info@ellidokuz.com
Dolar Alış
:
32.4551
Dolar Satış
:
32.5136
Euro Alış
:
34.6559
Euro Satış
:
34.7183
Aranıyor, lütfen bekleyiniz...

Er Rahman - 6

133 - Kur’anı Keriym  Meryem Suresi 19. sure 96. ayette     
 
innelleziyne amenü ve amilüssali¬hati 
seyec’alü lehümür rahmanü vüdden
inne/muhakkak iman edenler ve salih amel edenler
rahman lehü/onlar için/onları vüdd/sevgili ca’l/kılacak 
“inanıp yararlı iş işleyenleri Rahman sevgili kılacaktır.”
 
İman-ı hakiki ile yaşamaya çalışanların yaptığı işler  
                          “manası Hak’tan fiili kuldan olan” salih amellerdir.
 
İşte bu tür amellerle o kulda Rahmaniyyet mertebesi ortaya çıkar. Böyle olunca da o kullar Rahman’a sevgili ve ayna olurlar.
 
 
134 - Kur’anı Keriym  Taha  Suresi 20. sure 5. ayette     
errahmanü alel arşisteva 
rahman arş üzerine istiva etti
 “Rahman arşa hükmetmektedir.”
 
“Rahman”ın ilk zuhura getirdiği “arş”tır. 
“Rahman” da bu yüzden arşın üstünde onu düzenleyen ve ona mutlak hakim olandır. 
Genel olarak bütün mevcudatta böyle olduğu gibi hususi olarak bütün varlıklarda da böyledir.
Baş taraflarda  
“Rahmaniyyet; isimlerin ve sıfatların gerçek yüzleri ile meydana gelişinden ibarettir” denilmişti. 
İşte bunların ilk zuhur yerleri “arş”tır. Buradan diğer mertebelere tecellileri olur.
 
Hal böyle olunca hususi anlamda Rahmaniyyetin en geniş manada tecelli yeri olan “İnsan-ı Kamil”in varlığı arşın ta kendisidir 
ve Rahman “Halife-i Vücud-u arşisteva”dır.
Zahiriyle halk batınıyla Hak’tır ve aleme rahmettir.
 
 
 
 
 
 
 
 
135 - Kur’anı Keriym Taha Suresi 20. sure 90. ayette
 
ve inne rabbekümürrahmanü fettebi’uniy ve etıy’u emriy
ve inne/muhakkak ki Rabbiniz rahman 
bu halde bana ittiba/tabi olun uyun
ve emrime/işime etıy/takat/itaat edin muti olun
“Sizin gerçek Rabb’iniz Rahman’dır. Gelin bana uyun  ve emrime itaat edin”
 
“Mertebe-i Museviyet”ten kelam-ı Harun ile;
[sizin Rabbınız “buzağı” veya benzerleri değil “Rahman”dır. Gelin bana uyun ve emrime itaat edin ] diye o kavme çağrıda bulunuldu. 
Çünkü Rahmaniyyet henüz daha tenzih hakikatiyle “Mertebe-i Museviyet” idraki üzere zuhurda idi.
 
 
136 - Kur’anı Keriym Taha Suresi 20. sure 108. ayette
 
yevmeizin yettebi’une’d¬ dæ’ıye la ‘ıvece lehü 
ve haşe’atil asvatü lirrahmani fela tesme’u illa hemsen
o yevm/gün ki lehü/onun için/ona  ıvec/eğrilik  olmaksızın
dai/dua davet edene ittiba/tabi olur/uyarlar
ve rahman için asvat/savt sesler haşea/haşyette (kısılnmıştır)
artık illa/sadece hems/fısıltı semi eder/duyarsın 
 
“O gün hiçbir tarafa sapmadan bir davetçiye uyarlar. Sesler Rahman’ın heybetinden kısılmıştır. Ancak bir fısıltı işitirsin”
 
Kıyamet günü Allah “Hak” esmasıyla bütün mahşer halkını adaletine davet eder. Onlar hiçbir tarafa sapmadan o davetçiye uyarlar. Çünkü Hak onları zaten perçemlerinden tutmuştur. Hak ise sırat-ı müstekim üzeredir. 
 
Mahşer halkı o günün azameti içerisinde kendilerinin ne kadar aciz ve kendilerinde kendilerininı olan hiçbir şeylerinin olmadığını anlarlar. 
 
İşte bu halde Rahman’ın heybetini ve kendilerinde olan tecellinin O’ndan geldiğini anladıklarında sesleri kısılır. 
Ancak dünyadaki hayali benlikleriile geçirdikleri zamanlarım nasıl heba ettiklerini aralarında fısıldaşarak konuşurlar.
 
 
 
 
 
137 - Kur’anı Keriym  Taha  Suresi 20. sure 109. ayette
 
yevmeizm la tenfe’u’ş şefa’atü 
il¬la men ezine lehürrahmanü ve rædıye lehü kavlen 
illa/sadece rahmann lehü/onun için/ona  izin verdiği 
ve lehü/onun için/ona kavl/söz olarak razı olduğu/hoşlandığı kimse
o yevm/gün ki şefaat nefe’a/nefy/fayda verir 
(yani başkası fayda vermez) 
“O gün Rahmanın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefeati fayda vermez.”
 
O gün dünyada iken gaflet ve bireysel benlikleriyle yaşayan kimselerin ne şefaatleri ne de kendilerine şefaat edilmesi kabul edilir. Ancak Rahman’ın izin verdikleri müstesna. 
Çünkü onlar dünyada iken varlıklarındaki “hakikat-i Rahmaniyyeti” idrak etmişler böylece zahir ve batın halka rahmet olmuşlardır. 
Sözleri “kelime-i Rahmani” olduğundan Rahman onlardan hoşnut ve şefaatleri fayda verir olmuştur.
 
 
138 - Kur’anı Keriym  Enbiya  Suresi 21. sure 26. ayette
ve kalutteha¬zerrahmanü veleden 
sübhanehü bel ‘ıbadün mükremune
ve veled/çocuk  rahman ittihaz etti/ edindi  dediler
sübhanehü/o/kenddisi sübhan/münezzeh 
bel/bilakis/doğrusu mükrem/ikram olunmuş ibad/kullar
“Rahman çocuk edindi dediler. Haşa! Hayır melekler ikram olunmuş kullardır.”
 
Melek; güç kuvvet latif varlık olarak bilinir. 
- Şeriat mertebesinde meleklerin varlığına iman edilir. 
- Tarikat mertebesinde melekler latif varlıklar olarak bilinir. 
- Hakikat mertebesinde melekler Allah’ın güçleridir. 
- Marifet mertebesinde ise hiçbir varlık yoktur ki; bir melek onu harekete geçirmesin. 
Bu hareket her zuhurda mevcut olan bir “esma-i ilahi”nin orada zahire çıkmasından başka bir şey değildir.
 
Bir babanın işlediği işleri fiilinden meydana gelen melekleridir. 
Çocukları ise zatından meydana gelen zati zuhurudur aslıdır.
 
Rahman’ın ne olduğunu bilmediklerinden (melekler hakkında) “onları Rahman çocuk edindi” dediler.
 
Rahman’ın her varlığa mutlak rahmeti vardır. Bu yüzden melekler de ikram edilmiş kullardır. 
Çünkü “esma-i ilahiyye”nin zuhurlarına sebep olmaktadırlar ve “Melik” ismi ile bu mülkü idare etmektedirler. Kendilerine ait bir varlıkları yoktur.
 
 
139 - Kur’anı Keriym  Enbiya  Suresi 21. sure 36. ayette
ve hüm bizikrirrahmani hüm kafirune
ve onlar zikrirrahman/rahmanın zikri/anılması ile 
onlar kafirler/inkar edenler 
Rahman zikredilince onlar hep onu inkâr edicilerdir.
“Ve Rahman’ın zikrim (kitabım) işte onlar inkar ederler.”
 
Rahman’ın kitabı; mevzuunu yaptığımız Sure-i Rahman ile ifade edilen (süretürrahman) Rahman’ın suretini ortaya çıkarmaktadır.
 
Rahman’ın zikri ise; “zikr” “hatırlama zuhura çıkarma” olduğuna göre; kişinin içinde kendi bünyesindeki “hakikat-i Rahmaniyye”yi çalışarak zuhura çıkarmak Rahman’ı bütün mertebelerinde yaşamak Rahman’ı zikretmektir. 
Bu hakikatleri perdelemek ise “işte onlar Rahman’ın zikrini inkar ederler” hükmünün muhatabı olmaktır.
 
 
140 - Kur’anı Keriym  Enbiya  Suresi 21. sure 42. ayette
kul men yekleüküm billeyli vennehari minerrahmani
de ki leyl/gece ve nehar/gündüz ile 
rahmanden kim sizi vekil olacak/koruyacak
“De ki: Geceleyin ve gündüzün sizi Rahman’dan kim koruyabilir?”
 
Geceleyin yani “fenafillah”ta ; 
gündüzün yani “bakabillah”ta kendi varlığından soyunarak “Rahmaniyyeti” ile zuhur etmeyi kim durdurabilir?
- Ayrıca ömrümüzün yirmi dört (24)  saatlik gece ve gündüz süreleri içinde Rahman’ın intikamından sizleri kim koruyabilir? 
- Evleriniz mi paralarınız mı güç ve kuvvetiniz mi ordularınız mı vasıtalarınız mı?  de. 
Ne olurdu bu kadar gaflette olmayıp gönül ehli olsaydın.
 
 
 
 
 
141 - Kur’anı Keriym  Enbiya  Suresi 21. sure 112. ayette
ve rabbünerrahmanül müste’anü ala ma tæsıfune 
ve rabbimiz rahmandır
vasıf/nitelendirdiğiniz üzerine müste’an/istiane yardımına başvurulandır
“Rabbimiz Rahman’dır sizin nitelendirmelerinize karşı yardımcı başvurulandır.”
 
Esma mertebesi ve aynı zamanda “Rab”lık mertebesi de olan Rububiyyet kaynağını “Rahmaniyyet”ten almaktadır. 
 
“Rahman”ı kendi hayal ve vehimlerine göre vasıflandıranlara karşı “Errahman allemel Kur’an” ilminden onun hakikatini anlamak için başvurulandır.
“ve Rabbimiz Rahman”dır.
 
 
142 - Kur’anı Keriym  Furkan  Suresi 25. sure 26. ayette
el mülkü yevmeizinil hakku lirrahmani 
 o yevm/gün ki mülk rahman için hakktır
“O gün gerçek mülk (saltanat) rahman’ındır”
 
Zahir ve batın;    afak ve enfüs  
yani kendi varlığında ve dışarıda olacak kıyamet günü saltanat “Rahman”ın olur. 
Afakta yani kişinin dışında olacak kıyamet günü daha evvelce “Hak” esması ile zuhur eden varlıklardan “Hak” esmasının tecellisi geri çekilince bütün varlıklar kendi hiçliklerini anlayıp çok değişik bir değerler ortamına girerler. Herşey tersine döner. 
Burada kıymetli olan şeyler orada hiç hükmüne düşer. Kimsenin ne bir gücü ne malı ne de mevkii olur. Bu hal içinde mülk ve saltanat sadece Rahman’indir.
 
Enfüste yani kişinin içinde kendi bünyesinde ise; belirli aşamalardan geçip “İrfan Mektebi” isimli kitabımızda ve henzerlerinde belirtilen irfaniyet eğitimini ve yaşamını tatbik ederek Rahmaniyyet hakikatine ulaşan kimsede kendi beşeri ve nefsi halinden hiçbir şey kalmaz.
İşte o yüzden o beden mülkü ve saltanat Rahman’ın olur. O kişiden faaliyette olan sadece Rahman’dır.
 
 
 
 
 
 
 
 
143 - Kur’anı Keriym  Furkan  Suresi 25. sure 59. ayette
 
elleziy halekas¬semavati vel arda ve ma beynehüma 
fiy sitteti eyyamin sümmesteva alel ar¬şi
errahmanü fes’el bihi habiyren
elleziy/ o zat/şey ki  
semavatı ve arzı ve o ikisinin arasındakini altı yevm/gün de halk eden
sonra arş (çatı tamamlanması evin bina haline gelmesi taht şan) üzerine 
istiva eden/musavi olan (kemalin sabit olması) rahmandır
artık/haydi bihi/onun ile (onu) habir/haberdar olana sual et/sor  
“Gökleri yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde halk eden sonra da arşa hükmeden Rahman’dır. Bunu haberdar olana sor”
 
Kur’an’da bu ve benzeri ayetlerle Tevrat’ta da benzeri ayetlerle; yerlerin göklerin ve aralarında olanların altı (6) günde halkedildiği belirtilmektedir. 
Gün hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. 
Bazıları altı “gün”  
bazıları altı “kün”  
bazıları altı “zuhur”dur demişlerdir. 
 
Yahudiler İse; “Allah bu alemleri altı günde yarattı yedinci (sebt) günü (yani Cumartesi günü) dinlendi” diye o gün hiçbir iş yapmayıp ateş dahi yakmazlar.
 
Göklerin yerin (arzın) ve aralarındakilerin altı günde halkedilmesinin değişik yorumları var ise de genel anlamıyla şu demektir: 
Allah (c.c) 
1 - A’maiyetten   
2 - Ahadiyyete  
3 - oradan Ulühiyyete ve Vahidiyyete
4 - oradan Rahmaniyyete  
5 - oradan Rububiyyete  
6 - oradan da Melikiyyete tecelli etmesiyle bütün alemler zuhura gelmiştir.
 
Bu altıncı (6.)  güne de Cum’a (cem) günü denmiştir. 
Yani bütün “Sıfat-i Zatiyye” ve “Esma-i İlahiyye”nin ef’al mertebesinde tümüyle kemaliyle zuhura çıktığı “cem-i ilahi” günüdür.
 
Baş tarafta da belirtildiği gibi  
“Zat-ı Mutlak” kendi varlığında mevcut
sıfat isim ve fiillerini zuhura çıkarmayı murad etti.
Ve “nefes-i Rahmaniyye”sini sonsuz fezaya nefhetti (üfledi) “batın”dan “zahir”e çıkardı. 
Genel kader seyri içersinde bütün zuhurlar bulundukları mahallerde faaliyete başladılar. 
Bu kemalat altı (6) tecelli ile oluştuğundan bunu (ysani “eyyam”‘ı) 
bazıları “altı gün”  
bazıları “allı kün”  
bazıları “altı zuhur”olarak değerlendirdiler.
 
Her mertebedeki tecelli ve oluşumlar Rahmaniyyet hakikatiyle meydana geldiğinden onlarda ve oralarda mutlak tasarrufta olan Rahmaniyyet olduğundan onların “arş”ı ve onları kucaklayan oldu.
Ancak batın esması ile kendini gizleyip zahir ismiyle zuhur ettiği mahallin ismini alarak fiilini o ad ile ortaya koyarak kendini perdeledi.
 
Şimdi bir başka hakikate dikkatinizi çekmek istiyorum. 
Altı (6) gün ile zahir isminin kemalatı zuhura geldiğinden  
her kemalat da bir zevali (sonu) olduğundan; içinde bulunduğumuz zaman ise “ahir zaman” “bozulma kemalde zeval zamanı (günü)” olduğundan yedinci (7.) gündür.
 
Bu yedinci (7.) gün “Hakikat-i Muhammediyye”ye mahsustur. Çünkü bu ümmet ile zahir ismi bu alemde kemalata erer ve onların sonu yani kıyameti ile batın isminin tecellisi zuhuruna başlar.
 
Cenab-ı Şeyh-i Ekber (r.a) “Fütühat-ı Mekkiye”lerinin üçyüz altmış yedinci (367.) babında; 
[Semavatta İdris (a.s)’a mülaki olduğu zamanda sorduğu suallerden birisi olmak üzere özetle buyurmuşlar ki Ona  
“kıyametin yakın alametlerinden bir alameti bana ta’rif buyur ” dedim. 
“Vücud-u Adem kıyamet alametlerindendir” buyurdu.*(9)
*(9)Fusüsu’l HikemAvni Konuk Şerhi Adem Fassı Cilt: l S: 159-160
Kıyamet insan nesli üzerine olacağından yer yüzüne insan gelmeden kıyamet kopmaz. 
İşte Adem (a.s)’ın yer yüzünde görülmesi kıyametin büyük alametidir. 
Ondan sonra gelen her peygamber kendi mertebesi itibariyle kıyametin alametidir.
 
“Vücud-u Muhammedi” yer yüzünde göründüğünde ve 40 yaşlarında da o vücudda “Hakikat-i Muhammedi” faaliyete geçtiğinde yedinci (7.) gün olan kıyamet fiilen başlamış bulunmaktadır. 
 
Kıyamet belirli bir günde hemen olup bitecek bir şey değildir. Onun da başı ve sonu vardır. 
Başlangıcı Muhammed (a.s)’ın nübüvveti  
sonu ise zelzelerle oluşan fiili durumdur.
Bilindiği gibi Museviler Cumartesi  
Hristiyanlar Pazar günü tatil yaparlar. Çünkü onlarda yedinci (7.) gün boştur. 
 
 
Her ne kadar Müslümanlar için
zahiren Cum’a günü bayram ve tatil kabul edilmiş ise de  
batınen yedinci (7.) gün de çalışma ve hem de çok çalışma günüdür. 
 
Esasen Kur’anı Keriym  Cum’a  Suresi 62. sure 10. ayette bunu ifade etmektedir
feiza kudıyetissalatü fenteşiru fiyl ardı
vebteğu min fadlillahi 
vezkurullahe kesiyren le’alleküm tüflihune
iza kudıyetissalatü/salat/namaz kadaye/hüküm/kaza yerine getirildiğinde artık fiyl ardı/arz/yeryüzü içine neşr olun/yayılın
ve fadlillahi/allah fazl/fadlından ibtega/arayın/isteyin  
ve ekser/çokça ezkurullahe/allahı zikredin/anın 
umulur ki leküm/sizin için iflah/selamet/kurtuluş bulasınız   
 “Namaz bilince yeryüzüne dağılırı ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çokzikredin. Umulur ki kurtuluşa erersiniz. (62/10)
 
İşte Ümmet-i Muhammed “Hakikat-i Muhammedi” üzere bütün peygamberlerle bildirilen gerçekleri kendi bünyelerinde cem ettiklerinden aynı zamanda (cami) cem edici yani toplayıcı vasıfları vardır. 
Bu yüzden de ibadethanelerinin büyüklerine “cami” (toplayıcı) ismi verilir.
 
Zahir ve batın bütün mertebeleri kendilerinde toplamışlardır.
İçinde bulunduğumuz ahır zamanda her şey açığa çıkmıştır. Araştıranlar için gizli hiçbir şey kalmamıştır. Hayat çok süratlenmiştir. 
Ve ne yazıktır ki; kendisine bu alemin en değerli varlığı olan akıl aracı verilmiş olan insanlık bu aklını hiç düşünmeden çılgınlık derecesine vardırılmış bir bayağılıkla  kullanmakta veya hiç kullanmamaktadır. Böylece kıyamet süresini ve son şansını çok süratle kısaltmaktadır.
 
Gerçek Ümmet-i Muhammed “Ademiyyet” mertebesinden başlayarak bütün mertebeleri kendi bünyesinde cem ederek “mertebe-i kemalat”a ulaşmış ve yedinci (7.)  günü de idrak etmiştir.
 
Cum’a namazı zahiren bütün Müslümanlara farz ise de  
batınen makam-ı “cem’ül cem”e varanların kemal namazıdır. Bu yüzden haftada bir defadır.
 
 
 
 
 
 
Bu ayet-i kerimeye bir de enfüsi yönden bakmaya çalışalım:
- Senin varlığında bulunan gönül semanı  
- güçlerini kuvvetlerini yani (meleke) meleklerini halketti onları zuhura getirdi. 
- Ve yer yüzünü yani toprak bedenini de halketti ki onunla tutup onunla yürüyüp onunla hareket ederek yaşayabilesin. 
- Ve ikisi arasında olanı da yani zahir bedenin ile batın alemin olan gönül semanın arasında dolaşan duygularını da halketti. 
 
Az yukarıda genel olarak belirtildiği gibi bunları sende de özel olarak altı (6)  günde yani altı (6) oluşumla ortaya çıkardı: 
İşte sen şu gün kemal günü olan yedinci (7.) günde yaşadığından bunun da çok kısa olduğundan haberin var mı?
 
Kendi varlık sebebini ve varlığının ne olduğunu anlamak istiyorsan  
- ehlini bulup 
- evvela Ademliğini anlamaya çalışarak “Adem-i mana”yı yalancı hayal cennetinden beden arzına indirip  
- onun eğitimi ve kemaliyle meşgul olarak mertebe mertebe yükselerek “Hakikat-i Muhammediyye”ye kadar ulaşırsın. 
 
İşte o zaman sen “asri” yani bu asra ve genel asırlara mensup gerçek bir varlık olursun. Çünkü içinde bulunduğumuz zaman “asr-ı Muhammedi” zamanıdır ve çok sonlarına yaklaşılmıştır.
 Asrilik şekille şalla saltanatla açılmakla değil; her şeyi gerçek değeri ile öğrenip tatbik etmekledir.
 
Varlığının hakikatini “Hakk”ın hakikati olarak müşahede ettiğin zaman varlığın “Rahman”‘a arş olmuş yani seni zatıyla ihata etmiş olur ki; bu da bir bakıma senin için yedinci (7.) gündür.
 
Yine başka bir yön ile baktığımızda; 
İnsanda yedi (7) nefs mertebesi vardır. 
Bilindiği gibi bunlar; “emmare” “levvame” “mülhime” “mutmeinne” “radiye” “merdiyye” ve yedincisi “safiye” dir. 
 
“Safiye”de; insan saf mücerret ve asli üzere kalır ki; bu da işin evveline yani özüne dönüştür. 
Böylece o varlıkta kendine ait bir vasıf kalmaz. O Hak ile vasıflanır ki; onun nefsinin kemalatı olan yedinci (7.) günüdür.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kur’anı Keriym  Furkan  Suresi 25. sure 59. ayett
errahmanü fes’el bihi habiyren
rahmanı artık/haydi bihi/onun ile (onu) habir/haberdar olana sual et/sor  
 “Bunu haberdar olana sor”
 
Yukarıda belirtilen ayetin son bölümü olan bu kısmını da çok iyi anlamamız gerekmektedir.
Kendini tanımaya ve “ben neyim?”in cevabım bulmaya samimiyetle çalışan kişinin sorması lazım gelen birçok soruları toplayıp onların cevaplarını bulması lazım gelecektir.
 
Yukarıdaki ifadede de; herkesten değil herşeyi ehlinden sorun tavsiyesi ve ikazı vardır. 
Bu ehlini gayrete sevketmektedir. Ehli olmayandan bir şey talep etmek yanlışlık üzerine yanlışlık yapmak olacaktır.
 
- Rahman’dan haber verebilecekler kendi varlıklarındaki Hakk’ı idrak etmiş “Hay” esması ile “hayat-ı hakiki”ye ulaşmış. 
- Hak lisanı ile “Kur’an-ı Natık” (Konuşan Kur’an) olmuş  
- “ilm-i ledün” (hakikat ilmi) ile “nefha-i ilahiyye”yi nefhedecek “nefes-i Rahmani” ile isimlere hayat verir hale gelmiş  
- her nazarda Hakkı müşahede etmiş  
- nefsini bilerek Rabb’ını bilmiş  
- “Hakikat-i Muhammediyye”‘ye erişmiş  
- daha yukarıda belirtilen ihsan hakikatini idrak ederek
-  aldığı zati ihsanları taliplerine ihsan ederek yaşayan Allah’ın fakr elbisesiyle zuhur ettiği mahallerdir.
 
İşte böyle mahalli (zuhur yeri) İnsan-ı Kamil’i bulduğunda; “ona Rahman’dan sor.”
Çünkü en geniş manada onun “Rahman”dan haberi vardır ve senin bütün sorularını cevaplandırır.
 
Nasıl bulurum dersen; hiç vakit geçirmeden aramaya başla canla başla talep et samimiyetle Rabb’ına yönel O’ndan iste. 
İnşeallah sana da O’na mülaki olmak nasib olur. Böylece evvela kaybettiğin kendini sonra da Rahman’ı bulursun.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
144 – Kur’anı Keriym  Furkan  Suresi 25. sure 60. ayett
ve iza kıyle lehümüscüdu lirrahmani 
kalu ve merrahmanü enescüdü lima te’¬mürüna 
ve zadehüm nüfuren
ve lehü/onlar için/onlara rahman için secde edin dendiğinde
derler ki ve rahman ma/nedir ki  
bize emrettiğin için secde eder miyiz
ve nefret/uzaklaşma olarak onlara bir ziyade eder/arttırır
“Onlara Rahman’a secdeye varın. dendiği zaman; Rahman da nedir ey Mııhamıned? Emrettiğine mi secdeye varacağız? Derler. Bu onların nefretini arttırır.”
 
Onlara yani hak ve hakikatlerden perdeli olanlara  
kendi beşeri varlıklarından soyunarak Rahman tecellisiyle itaat ederek secde edin denildiği zaman; 
secdeyi sadece puta tapmak şeklinde bilen kimseler “Rahman da nedir?” derler. 
Kendi nefislerini ilah edinmiş başka hiçbir maneviyat bilmeyen kimseler;
“Ey Muhammed emrettiğine mi secde edeceğiz?” derler. 
Böylece “iblislik” mantığı anlayışıyla hareket ederler. 
Kendilerine “meleklik” vasfı tavsiye edildiğinde bu onların nefretini arttırır. 
 
(Dikkat! Bu ayet okununca secde etmek gerekmektedir.)
 
 
145 - Kur’anı Keriym  Furkan  Suresi 25. sure 63. ayett
ve ibadürrahmanilleziyne yemşune alel ardı hevnen
ve iza hatabehümül cahılune kaalu selama
ve rahman ibad/kulları 
hevnen/vakar sukunet yumuşak (alçak gönüllü) olarak
alel ardı/arz üzerine/arzda meşev/yürürler
ve vakta/hani ki onlara cahiller hitab ettiğinde selam derler
 “Rahman’m kulları yeryüzünde mütevazi yürürler Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman onlara; selam derler”
 
Yukarılardan beri anlatılmaya çalışılan Rahmanî hakikatleri bünyelerinde tatbik ederek yaşamaya çalışanlar nefislerinin değil. “Rahman”ın kullarıdır. 
 
Bunlar batınlarında “hakikat-i ilahiyye” ile mevcut  
            zahirlerinde “libas-ı beşer”         ile zuhurda  
            nefislerinde “nefes-i Rahmanî” ile sakin olan  
seçkin ve azamet sahibi asaletli insanlardır. 
 
Kendilerinden Rahman tecellisi zuhura gelen Rahman’ın kulları yer yüzünde bu tecelli ile yürürken onları tanımak ve anlamak mümkün olmaz. 
Beşeriyetleri kalmadığından yürümeleri dahi kendilerinden değildir. Bu yürümelerinde tecelli-i Rahmaniyyet olduğundan çok yumuşak ve mütevazidirler.
 
Ehli hicap (perdeliler) onların bu hallerini idrak edemeyip bazen onlara takılırlar. 
Onlar da “size selam” diyerek hoş bir halle münakaşa etmeden oradan ayrılırlar. 
 
Böylece üç hakikate de ışık tutmuş olurlar :
Birincisi; insanın zuhur kaynaklarından biri ve “Esma’ül Hüsna”nın (Allah’ın güzel isimlerinin) baş taraflarında bulunan bu “esma-i ilahiyye”nin de zuhurunun kendilerinde mevcut olduğunu ve bu yüzden her varlığın “selam” ve selamet içinde olmalarını temenni etmeleridir.
 
İkincisi; kendilerine takılan kimselere bir ikazdır. Şöyle ki; varlıklarında mevcut “hakikat-i ilahiyye”yi kendi beşeri nefisleriyle perdelediklerinden gaflet ehli olmuşlardır. 
Buradan çıkmanın yolu ise “selam”dan geçmektedir. Yani selamet sistemi olan İslamiyete dahil olup onu zahir ve batın bütün kuralları ile yaşamaktır. 
Böylece onlar da varlıklarında mevcut “hakikat-i ilahiye”ye sahip çıkarak selamete ermiş olurlar.
 
Üçüncüsü; Ehl-i irfan bütün varlıkta “Hakk”ı müşahede ettiğinden her zuhur mahalline selametle muamele eder.
 
 
146 - Kur’anı Keriym  Şuara  Suresi 26. sure 5. ayette
ve ma ye’tiyhim min zikrun miner¬rahmani mubdesun 
illa kanu anhü mu’¬ridıyne
ve Rahmandan mubde/ibda/yeni (ilk kez ortaya çıkan) 
zikir/öğütten onlara gelmemiş olsun ki
illa/mutlaka anhü/ondan mu’¬rid/ared/yüz çevirenler uzaklaşanlar oldular
 “Rahman’dan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevrirler.”
 
Hak ve batıl olmak üzere iki tür ilim vardır. 
Batıl ilim       “nefsimiz”den
Hak   ilmi ise “Hak”tan gelir. 
 
Bunların türlü geliş yolları vardır. 
Bunlardan biri de Rahmani yoldan gelendir. 
Rahman kendi hakikatlerini ilham ederken o mahalde nefsinden kaynaklanan batıl ilmi varsa o ilim Rahman’dan gelen öğütü yeni ilmi yeni tecelliyi kabul etmez ve inkar eder. 
Böylece nefsine yani batıla tabi olup yeni gelen Rahmani öğütten (tecelliden) yüz çevirir.
 
 
147 - Kur’anı Keriym  Neml Suresi 27. sure 30. ayette
innehü min süleymane 
ve innehü bismillahirrahmanirrahıymi
innehü/kesin muhakkak o  ki Süleymandan
ve innehü/kesin muhakkak o  ki
bismillahirrahmanirrahıym/ rahman rahim Allah ismi ile
“Rahman Rahiynı Allah’ın adıyla diye Süleyman’dan bir haber geldi.”
 
“Akıl Süleyman”ından “nefs melikesi”ne “Rahman ve Rahiym olan AIlah’a yönel” diye bir haber geldi.
 
“Hakikat-i İslamiyye”nin sembol cümlesi olan “besmele-i şerife”nin bu dünyada ilk zuhurunu “lisan-ı Süleyman”dan duymaktayız. 
 
Diğer sure başlarında olan “besmele-i şerife”leri ise “lisan-ı Muhammed”ten “Hakikat-i Muhammedi” yoluyla duymaktayız.
 
“Levh-i Mahfuz”da muhafaza edilen ilahi kelimeler vakti geldikçe “ef’al” aleminde zuhura çıkıp faaliyete geçmektedirler.
 
İçerisinde zati tecelli olan “besmele-i şerife” ilk defa kendisine büyük mülk verilen Süleyman aleyhisselamın ağzından Saba (Habeşistan) Melikesine bildirildi. 
Esasen mülkün verilmesi “besmele-i şerife”nin yüzünden idi.  
 
Hal böyle olunca;
“Levh-i Mahfuz”da bulunan zati tecellisi olan 114 besmeleden 1’i diğer peygamberlerden sadece Süleyman (a.s)’a verildi. 
Çünkü o “Beyt’ül Makdis”in (Mukaddes Evin) sahibi idi. 
 
Geriye kalan 113 “besmele-i şerife” ise Hz. Muhammed (S.A.V) efendimize verildi. 
Çünkü o “Beytullah’ın” (Allah’ın Evinin) bu alemdeki sahibidir
 
Böylece oran; 113’te 1 oldu. 
Görülen ilahi lütfun “Hakikat-ı Muhammedi” üzerindeki sonsuz zati tecellisidir.
 
Ayrıca daha evvelce de kısaca temas ettiğimiz gibi  
113’ün baştaki 1’ini alırsak (113 _ 113) geriye 13 kalır
ki; bu da zaten “Hakikat-i Muhammedi”nin şifre rakamıdır. 
ve bu ayet Neml Süresinin 30 uncu ayetidir. 
113’ten aldığımız “1”i “30”a ilave edersek (1+30 = 31) o da 31 olur ki; tersi 13’tür. 
Böylece “Hakikat-i Süleymaniyye”nin “Hakikat-i Muhammediyye”ye bağlı olduğunu kolayca anlayabiliriz.
 
Esasen yer yüzünde ayrı ayrı semavi dinler yoktur sadece İslam dini vardır. Diğer dinler diye belirtilen ifadeler  
İslam dininin Adem (a.s) ile başlayan seyrinin o peygamber dönemindeki mertebesidir. 
“Mertebe-i Muhammedi” Kur’an-ı Kerim ile bunların hepsini kendi bünyesinde bir bütün olarak toplamış ve böylece kemale erdirmiştir.
 
Bu hususun daha açık seçik anlaşılabilmesi için çizmiş olduğumuz Ka’be ve diğer dini semboller mertebelerim ve çıkış kaynaklarını ifade eden çizelgeleri incelemek çok yerinde olacaktır.
 
 
148 - Kur’anı Keriym  Yasin Suresi 36. sure 11. ayette
innema tünzirü menittebe’azzikre 
ve haşiyerrahmane bil ğaybi 
febeşşirhü bimağfiretin ve ecrin keriymin 
innema/ancak zikre ittebe’a/tabi olan/uyan kimseyi 
ve gayb için rahmana haşyet duyanı/ürpereni 
enzer/inzar/uyarırsın/korkutursun
artık kerim/değerli  mağfiret/bağışlanma ve ecir/ücret ile 
beşşirhü/onu/kendisini beşşir/müjdele
“Sen ancak Kur’an’a uyan ve görmediği halde Rahman’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. Artık o kimseyi bağışlanma ve cömertçe verilecek bir ecirle müjdele.”
 
“İnzar” yani korkutmak ancak zikre tabi olarak hayatlarını sürdürenlere tesir eder. Çünkü onlarda zikri idrak edecek oluşum meydana gelmiştir. 
 
Gerçek zikir; zikreden ve zikredilenin birliği ile oluşan bir özelliktir. 
 
 
 
Zakir “mezkuru” yani zikrettiği şeyi kendi bünyesinde bulmaya başlar böylece o güzelliğe eriştikçe ona tabiiyeti artar ve gaybında “Rahman”a karşı “haşyet” (muhabbetli bir korku) oluşur. 
 
Bu mertebenin insanı hayatını böylece devam ettirir. İşte bu oluşumla nefsaniyetinden benliğinden mağfirete uğramış; kendindeki hakikatin zuhura çıkmasıyla sonsuz bir mükafat ile müjdelenmiş olur.
 
 
149 - Kur’anı Keriym  Yasin Suresi 36. sure 15. ayette
kalü ma entüm illa beşerün mislüna 
ve ma enzelerrahma¬nü min şey’in in entüm illa tekzibüne
dediler  ki illa/ancak mislimizce entüm/siz beşersiniz
rahman şeyden (hiçbir şey) enzel etmedi/indirmedi ki 
illa/ancak entüm/siz tekzib ediyor/yalanlıyorsunuz 
“Kasabalılar ; siz de ancak bizim gibi birer insansınız Rahman da bir şey indirmemiştir sadece yalan söylüyorsunuz. demişlerdi.”
 
Beden mülkündeki “kasabalılar” yani “nefs-i emmare” ve “levvame” taraftarları kendilerine 
İseviyyet mertebesi itibariyle gelen “üç rasülü” yani “şeriat” “tarikat” “hakikat” mertebesinden gelen “aklî ilimleri” nefsaniyetlerine uyarak inkar ettiler.
 
Gelen ilimleri kendi nefslerinden gelen boş şeyler gibi zannederek  
“siz de bizim gibi nefs-i emmaresi altında yaşayan insanlarsınız ” dediler. 
Ve (o bedende) kasabalılar arasında “Rahman”ın da tecelli edeceği yerleri (gönülleri) bilemedikleri için “Rahman bir şey indirmemiştir yalan söylüyorsunuz ” diyerek inkar etmişlerdir.
 
 
150 - Kur’anı Keriym  Yasin Suresi 36. sure 23. ayette
eettehızü min dünihî aliheten 
in yürid¬nirrahmanü bidurrin 
lâ tuğni ‘anniy şefa’atühüm şey’en velâ yünkızüne 
dünihî/onun/kendisi berisinden ilahlar ittihaz edeyim/edineyim mi
dare/zarar ile rahman in/eğer irade/murad ederse
şefaatleri hiçbir şey  ‘anniy/benden agne/gani kılmaz fayda vermez
ve nekaz/kurtaramazlar
 
“O’nu bırakıp da tanrılar edinir miyim? Eğer Rahman olan Allah bana bir zarar vermek isterse o tanrıların şefeati bana fayda vermez beni kurtaramazlar.”
 
“Hakikat-i İlahiyye”den gelen kat’î bilgileri bırakıp da “nefs-i emmare”den gelen hayali bilgilere uyar mıyım? Eğer Rahman kader-i ilahi gereği bana bir zarar vermek isterse hayali bilgiler beni kurtaramaz fayda vermez dedi.
 
 
151 - Kur’anı Keriym  Yasin Suresi 36. sure 52. ayette
kalü ya veylena men be’a¬sena min merkaduna 
haza ma ve’aderrahmanü ve sadekal mürselune 
derler ya veylena/vah bize 
merkad/uyuduğumuz yerden kim be’as/bizi yeniden can verdi kaldırdı  
haza/o Rahman va’ad ettiğidir ve sadık/doğru söylemiş emürseller
“vah halimize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı? Derler. Onlara; İşte Rahman olan Allah’ın vaad ettiği budur peygamberler doğru söylemişti denir.”
 
“Yazıklar olsun bize! Gafletle yattığımız bu beden kabrinden bizi kim kaldırdı?” derler. 
Yaşadığı günlerde kendilerine Rahmanî hakikatler bildirilince gaflet ederek ilgilenmeyenlere; 
“İşte Rahman’ın vaad ettiği budur. Peygamberler gelecekte yaşanacak bütün hakikatleri her yönüyle açıklayıp doğru söylemişlerdi ” denir
 
 
152 - Kur’anı Keriym  Fussilet Suresi 41. sure 2. ayette
tenziylün minerrahmanirrahıymi
rahman rahimden tenzil/indirilmedir
“Rahman ve Rahiym olandan indirilmiştir.”
 
Zahir ve batın bütün bu alemler “Sûret-i Muhammedi” olarak Rahman ve Rahiym hakikati üzere indirilmiştir.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
153 - Kur’anı Keriym  Zuhruf  Suresi 43. sure 17. ayette
ve iza büşşire ehadühüm bima darebe lirrahmani meselen
zalle vüchühü müs¬vedden ve hüve kezıymün 
ve hani onlardan ehad/birisi rahman için
dareb/darb/isnad ettiği/ileri sürdüğü mesel/emsal (darbı mesel) ile 
büşşir/müjdelenince
vüchühü/onun/kendisini yüzü müsvedd/simsiyah zalle/olur/hal değiştirir
ve hüve/odur kezıym/öfkesine hakim olan (iyice yutkunan) 
 
“Ama Rahman’a isnad ettiği kız evlat kendilerinden birine müjdelenince; o kimsenin içi öfke île dolarak yüzü simsiyah kesilir.”
 
Müşrikler “melekler Allah’ın kızlarıdır” dediler. Fakat kendilerinden birinin kız evladı olunca kızarlar öfkelenirler.
 
Kendilerinden akan nefsani düşünceler onların kız çocuklarıdır. 
Rahmani düşünceler ise erkek çocuklardır. 
 
Kızlar         “Nefs-i Kül”ü  
erkekler ise “Akl-ı Kül”ü  temsil etmektedirler  
 
İşte; Rahmani bilgilerin dışında kendi nefsinden gelen yanlış bilgileri ortaya koyduğunda yani kendilerine “kız çocuğun oldu” denildiğinde gururlarına dokunur ve çok öfkelenip kızarlar.
 
 
154 - Kur’anı Keriym  Zuhruf  Suresi 43. sure 19. ayette
ve ce’alul melaiketelleziyne hüm ‘ıbadürrahmani ina¬sen 
ve hu/onlar melaike/melekleri ki  rahmanın ibad/kulları ünsa/dişiler
ce’al/kıldılar
 
“Onlar; Rahman’ın kulları melekleri dişi saydılar dediler”
 
Ne gerçekten Rahman’ı ve ne de melekleri gerçek manasıyla tanıdıklarından kendi hayallerinde kurguladıkları gibi ifadelendirirler.
 
 
 
 
 
 
 
155 - Kur’anı Keriym  Zuhruf  Suresi 43. sure 20. ayette
ve kalü lev şæerrahmanü ma ‘abednahüm 
ve dediler ki lev/eğer rahman şae/dileseydi biz onlara abd/kulluk etmezdik 
“Eğer Rahman dilemiş olsaydı biz bunlara kulluk etmezdik.”
 
Rahman her şeyi ortaya koyduktan sonra irade-i cüz’iyyeye düşen; Rahman’ın tavsiyesi istikametinde faaliyet göstermektir. 
Nefislerinin istekleri istikametinde faaliyet göstererek hayatlarının sonunda hüsrana uğrayanlar için; “Eğer Rahman dilemiş olsaydı biz bunlara kulluk etmezdik” sözü mazeret teşkil etmez.
 
 
156 - Kur’anı Keriym  Zuhruf  Suresi 43. sure 33. ayette
ve levla en yekunen¬nasü ümmeten vahıdeten 
lece’alna limen yekfüru 
birrahmani libüyutihim sükufen min fıddatin 
ve me’arice aleyha yazherune
ve nas/insanlar ümmeten vahıdet/vahit/tek bir ümmet  
levla/eğer/keşke olmasaydı
rahman ile (rahmana) küfreden kimse için 
büyut/beyt/evleri için (evlerine) fıddat/ gümüşten sükuf//tavanlar
ve aleyha/onun üzerine zaher/zuhur eden/yükselen 
me’aric/mirac merdiven (yürüyen merdiven asansör) elbette ceale/kılardık
 
“insanların bir tek millet olması (ihtimali) bulunmasaydı Rahman’a küfreden kimseler için. elbette; evlerine gümüşten tavanlar ve üzerlerinc çıkacakları çıkma araçları yapardık.”
 
“Ne var alemde o var Adem’de” denmiştir. 
Bu yüzden her insanda “kesret” yani çokluk vardır. 
 
Başka bir ifade ile de; “Esma-i ilahiyye”nin tümü her insanda mevcuttur. 
Her isim bir varlıktır. 
 
Ehl-i irfan bu hakikatleri idrak ettiğinde çoklukta birliği bulmuş; tek millet olmuştur. 
 
 
Bu Rahmani hakikatleri inkar edip küfreden kimseler için; sadece geçici dünya hayatlarında nefsani yaşamları olduğundan kısa süreli dünya nimetleri verirdik. 
Fakat onların da bazılannda sonradan da olsa iman etme ihtimali olduğundan nimetlerinin bir kısmını ahirete bırakarak dünyada hepsini kullandırmadık.
 
 
157 - Kur’anı Keriym  Zuhruf  Suresi 43. sure 36. ayette
ve men ya’şü ‘an zikrirrahmani 
nükayyıd lehü şeytanen fehüve lehü kariynun 
ve kim ki rahman zikrinden a’şe/ yüz çevirir vazgeçer
lehü/onun için şeytanı kayeda/hazırlar takdir ederiz
artık hüve/odur lehü/onun için kare/karar bulan yerleşen yanaşan     
“Kim Rahmanı zikirden yüz. çevirirse ona bir şeytanı musallat ederiz. Artık o onun yarımdan ayrılmaz.”
 
Rahman’ı zikretmek; O’nu çok iyi anlayıp idrak etmek ve yaşamak demektir. 
Bu ise oldukça gayret isteyen bir iştir. Bir müddet Rahman yolunda hareket ettikten sonra nefsine zor gelmeye başlayan bu yaşamı o kişiler yavaş yavaş terk ederler. 
Veyahut bazı kimseler daha baştan böyle bir yaşamla değil nefisleriyle yaşarlar.
 
Böylece her iki halde de Rahmanı zikirden yüz çevirmiş olurlar. 
 
Genelde bireylerin Rablarıyla yahut nefisleriyle yaşadıkları iki yolları vardır.
Nefislerini terk edenler  Rablarıyla yani Rahman ile yaşarlar.
 
 
158 - Kur’anı Keriym  Zuhruf  Suresi 43. sure 45. ayette
ves’el men erselna min kablike min rüsülina 
ece’alna min dünirrahmani ali¬heten yu’bedune
ve öncenden ersel/irsal ettiğimiz/gönderdiğimiz resullerimizden sual et/sor
rahman dun/berisinden abd/kulluk ibadet edilen ilahlar ce’al/kıldık mı
 “Ey Muhammedi Senden önce gönderdigimiz peygamberlere sor. Biz Rahman’dan başka kulluk edilecek tanrılar meşru kılmış mıyız?”
 
Daha evvel geçen peygamberlerle fiilen görüşme imkanı yoktur. Böylece soru da sorulamaz. Belki onların bugünlere ulaşan ümmetlerine sor demek olabilir. 
 
 
Ayrıca batınen; Ya Muhammedi senin gönül kitabında gönül ekranında her zaman mevcut olan bilgilerden bak öğren demektir. 
Uluhiyyet mertebesinin zuhur mahalli olan Rahman’dan başka gerçek tecelli olmadığından ibadet edilecek başka meşru bir makam da yoktur.
 
 
159 - Kur’anı Keriym  Zuhruf  Suresi 43. sure 81. ayette
kul in kane lirrahmani veledün feena evvelü’l ‘abidiyne
de ki eğer rahman için veled/çocuk  olursa
bu halde ena/ben abidolanların/kulluk edenlerin evveli/ilkiyim
“Ey Muammed! De ki;Eğer Rahman’ın çocuğu olsa kulluk edenlerin ilki ben olurdum.”
 
“Mertebe-i Rahmaniyyet”i fiziki manada “baba ana” gibi tahayyül edip çocuk isnad edenlere bir ihtardır. 
 
“Nefes-i Rahmani” bütün alemdeki varlıkların mutlak kaynağı olduğundan onu herhangi bir yere veya varlığa hasrederek sınırlamak mümkün değildir. 
Eğer gerçekten böyle bir şey zuhur etse idi ve mutlak manada Rahman’ın çocuğu olsa idi elbette ki her hakikatin ilki ve zuhur mahalli olan “Hakikat-i Muhammedi” O’na kulluk eder ve onun da ilki olurdu. 
 
İsevilerin bir bölümü İsa Allah’ın oğlu olmadığı halde “oğludur” diye olmayacak bir şekilde oğulluk isnad edip ona kulluk ettiler böylece de delalette kaldılar.
 
Allah’ın oğlu olmadığı gibi Rahman’ın da oğlu yoktur. Ancak her mahalde o mahallin gereği olan fıtratı üzere zuhurları vardır.
 
 
160 - Kur’anı Keriym  Kaf  Suresi 50. sure 33. ayette
men haşiyerrahmane bil ğaybi ve cae bikalbin müniybin
gayb ile (gaybi/görmeden) rahman haşyet eden/ürperen
ve münib/inabe eden/allaha yönelen kalb ile cey’e eden/gelen  
“Görmediği Rahman’dan saygı ile ürpermiş ve yönelen bir gönülle gelmiş kimse için”
 
“bil gaybi” (gayb ile) Yani kişinin kendi varlığındaki gaybında bulunan “Hakikat-i Rahmaniyye” ile genel varlıktaki “Hakikat-i Rahmaniyye”yi idrak etmesi kendisinde korku dehşet haşyet ve ürperti meydana getirir. Bu korku nefsani yönden değil “Azamet-i İlahi” yönünden gelen muhabbet ürpertileridir.
 
Zat mertebesinden gaib fakat kendi nefsani sıfatlarını yok etmiş olarak gerçek sıfat mertebesi ile zahir olmaya başlamasıdır.  Böylece hoş bir gönül ile boyun bükerek gelen kimse için; Kur’anı Keriym  Kaf  Suresi 50. sure 34. ayette
üdhuluha biselamin
selam ile üdhuluha/ona/oraya  idhal/duhul edin girin 
 “Oraya selametle girin” denir. 
 
Bu yer Rahman Suresinin (55/62) inci ayetinde bahsedilen “sıfat” cennetidir (Allahu alem). Arzu eden oraya bakabilir.
 
 
161 - Kur’anı Keriym  Rahman Suresi 55. sure 1. ayette
 “er-rahman”
“Rahman “
 
Kitabımızın mevzuu ve Kur’an-ı Keriym’m elli beşinci (55)  suresinin de ismi olan bu kelimenin baş taraflarda izahına gayret etmeye çalışmışlık tekrar oralara bakılabilir.
 
 
162 - Kur’anı Keriym  Haşr  Suresi 59. sure 22. ayette
hüvallahülleziy la ilahe il¬la hüve 
alimül ğaybi veşşehadeti hüverrahmanürrahıymü
“hüve/O Allah zat ki la ilahe il¬la hüve/kendisinden başka ilah olmayan   
gaybi/görülmeyeni ve şehadeti/görülüneni de alim/bilen  
hüve/O   Rahman Rahimdir.
 
“O görüleni de görülmeyeni de bilen kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır. O Rahman ve Rahimdir.
 
Bu alemler  “cem ve tafsil”;  “zahir ve batın” olmak üzere iki yönlüdür. 
 
“Hu” (O) manasında “Zat”a işarettir  
“ilah”ın “tafsil”de ismi “Allah”  
             “cem”de ise     “hû”dür. 
 
 
 
“Batın”da iken bu ismiyle zuhura çıkıp tafsil ile faaliyete geçtiğinde “ilah” ismini alan;
faaliyetinden sonra “Hu”ya dönen “Zat-ı Mutlak” kendini 
“hüvallahülleziy la ilahe il¬la hüve” diye vasfetmiştir. 
 
Dikkat edersek; ayet-i kerime “hû”ile başlayıp “hû”ile bitmektedir. Bu alemler de “hû”dan gelip “hû”ya gitmektedirler.
 
“alimül ğaybi veşşehadeh” 
alemlerin; “zahir ve batın” yani “gayb ve şehadet” olarak iki kısım olduğunu bu ayetten açık olarak anlamaktayız. 
 
Zahir yani (şehadet) müşahede alemi olan bu alemde “Hû” olan O ilahı her yönüyle müşahede etmemiz gerekmektedir. 
Bu müşahede yolundan giderek gaybi yani batınını da anlamamız mümkün olacaktır.
 
Kendi “gayb ve şehadeti bilici” olarak vasıflandıran “Hû” ya ne kadar nüfuz edebilirsek biz de bu alemleri o nispette idrak edebiliriz.
 
Muhyiddin-i Arabi Hz. (daha evvelce çevirdiğimiz) “Lübb’ül Lüb” adlı eserinde; 
“Varlığını Hû’ya verenin Hû olması acaib midir?” demiştir. 
Yine aynı kitapta beyt:
Evvel ve ahır  ne ki var Hû imiş  
Batın ve zahir ne ki var Hû imiş.
 
Daha fazla malumat isteyenler oraya müracaat edebilirler.
 
“Hüverrahmanürrahiym”; 
Burada “hû”nun “Rahman” ve “Rahiym” isimleriyle zuhuru anlatılmaktadır. 
“Rahman” ismiyle zuhurunu baştan itibaren imkan dahilinde acizane lisan-ı beşerden izah etmeye çalışmaktayız. 
“Rahiym”  ismine gelince; genelde “merhamet edici” “bağışlayıcı” ve “ahirette mü’minlere has bir isim” olarak bilinir. 
“Rahiym” her varlığın özünde mevcut üreme özelliğini fıtri olarak muhafaza eden yönüdür. 
 
O varlığa Hakk’ın merhamet etmesi; faaliyete geçirdiği “Rahiym”  esmasıyla zuhurunu  
Rahman esmasıyla suretlendirerek şehadet aleminde zuhurunu sağlamaktır.
 
Hal böyle olunca genel olarak her varlığın zuhura çıkmasını Rahiym ismiyle sağlaması o varlığa yapılan en büyük merhamettir.
 
Ayrıca özel olarak kendi zati hakikatini “Hû” yu ortaya çıkarmayı dilediği mahallere evvela “Rahiym” ismiyle tecelli edip sonra “Rahman”a dönüştürmesidir.
 
163 - Kur’anı Keriym  Mülk Suresi 67. sure 3. ayette
ma tera fiy halkırrahmani min tefavütin
“rahmanın halkettiğinde tefavüt/bozukluk/noksanlıktan era/göremezsin”
“Rahmanın halkedişinde bir düzensizlik göremezsin.
 
Kur’an harflerinin her birinin kendi bünyesinde kendine has manaları vardır.
“Ha” hayat  
“Hı” ise (noktalı hırıltılı çıkanı) halkıyyet zuhurudur. 
 
“Hay” esması ile hayat verdiği varlıklarına vermiş olduğu kimlik “Hı”nun üstündeki nokta ile belirlenmiş oldu. 
 
Boğazdan çıkan “Ha” ağızdan damaklara ulaşınca hırıltılı olarak noktalı “Hı” ya (halkıyyete) dönüştü. 
 
Bu hali ortaya getirene “Halik”  
ortaya gelene de “mahluk” dendi.
 
 “Hı”nın üstündeki nokta o mahlukun kimlik ifadesi oldu. 
 
İşte sen de üstündeki mahluk ve halkıyyet ifadesi olan noktanı kaldırabilirsen o zaman “Hay” esmasına dönüşerek gerçek (ilahi) kimliğine ulaşmış olursun.
 
Bu hali idrak ettiğinde bu alemin nasıl müthiş bir düzen içinde çalıştığını zahir ve batın idrak ederek hiçbir şekilde kusur ve eksiklik olmadığım kesin olarak görürsün.
 
 
164 - Kur’anı Keriym  Mülk Suresi 67. sure 19. ayette
evelem yerev ilettayri fevkahüm saffa¬tin ve yakbıdne 
ma yumsikühünne illerrahmanü innehü bikülli şey’in basiy¬rün
  fevk/üstlerindeki ilettayri/tayr/kuşlara değin/üzre 
rea/rüyet etmiyor/görmezler bakmazlar mi 
saf bağlayıp duranlar ve kabz eden/tutan (kanat çırpan)lardır 
illa/ancak/sadece rahman  onları  mesek/mesk/imsak ediyor tutuyor
innehü/muhakkak/kesin o külli/her şey ile (şeyi)  basir/gören
 “Üzerlerinde kanat çırpan dizi dizi kuşları görmezler mi? Onları havada Rahman’dan başkası tutmuyor.”
 
Gerek dünya semasında; 
gerek gönül semasında uçan zahir ve batın kuşlarının görüntüsü ne ihtişamlıdır. 
Bunların her ikisinin de sistemini “Rahman” kurduğundan varlığı ile ve o anda var olduklarından yere düşmeden belirli fiziki kurallar içerisinde seyrlerini sürdürmektedirler. 
 
Gönül semasında uçuşa geçen latif duygu ve bilgi kuşları yukarılara mi’raca ve arşa doğru yükselirler
Oralarda yeni yeni tecellilere ulaşıp sahiplerine geri dönerek ulaştıkları menzilleri tecellileri bildirirler. 
Bu uçuşun en güzeli ise bir “İnsan-ı Kamil’in gönlüne girip o gönül semasında uçarak mi’raca ulaşmaktır.
 
 
165 - Kur’anı Keriym  Mülk Suresi 67. sure 20. ayette
emmen hazelleziy hüve cün¬dün leküm 
yansurüküm min dunirrah¬mani 
inil kafirune illa fiy ğururin
yahut/yoksa elleziy/o zat/şey ki  “hüve” 
rahman dun/berisinden
size nasr/yardım eden leküm/sizin için cünüd/ordu/asker (askeriniz)
haze/o bu men/kimdir
kafirler illa/ancak  fiy ğururin/gurur/derin aldanış/yanılgı içindedir
“Yahut Rahmanın dışında size yardımda bulunabilecek taraftarlarınız kimdir? İnkarcılar sadece aldanmaktadırlar.”
 
Kendi kimlik ve varlıklarının kendilerine ait olduklarım zanneden imkan ve güç sahiplerinin ellerinden bunlar alınınca sizlere yardımda bulunabilecek kimlerdir? 
- Hiç kimsedir. 
 
O halde yardımı; geçici noktalı “Hı”lı varlıklardan değil  
hayat sahibi olan “Rahman”dan dileyin.
 
Geçici benlik noktalarına güvenerek kendilerim gerçekten var sanarak nurlarını nara dönüştürenler büyük aldanış içindedirler.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
166 - Kur’anı Keriym  Mülk Suresi 67. sure 29. ayette
kul hüver¬rahmanü amenna bihî ve aleyhi tevek¬kelna 
feseta’lemune men hüve fiy dalalin mübiynin
de ki “hüve” rahmandır ki bi¬hî/ona  biz iman ettik  
ve  aleyhi/onun üzerine/karşı tevekkül/vekil ettik/dayandık  
artık kim “hüve” mübin/beyan dalalet sapıklık içinde
alim olacak/bileceksin
“De ki; bizim inandığımız ve kendisine güvendiğimiz Rahman’dır. Kimin apaçık bir sapıklıkta olduğunu yakında bileceksiniz.”
 
De ki; O bütün varlığı ortaya koyan Rahman’dır. O’na inandık O’ndan başkası olmadığı için O’na güvendik ve O’nu O’nunla yaşadık. Kimin daha isabetli düşündüğü ve sapıklıkta olduğu yakında anlaşılacaktır.
 
 
167 - Kur’anı Keriym  Nebe Suresi 78. sure 37. ayette
rabbissemavati vel ardı ve ma beynehümarrahmani 
la yemlikune minhü hıtaben
semavat ve arzın ve ikisinin arasındakilerin rabbi
minhü/ondan hitab etmeye mülk edinilmeyen/güç getirilinmeyen
rahmandır
“O; göklerin yerlerin ve ikisi arasında olanların Rabbıdır. O önünde kimsenin konuşmayacağı Rahmandır.”
 
Semavat arz ve aralarında olanların hepsi “Mertebe-i Rububiyyet”le idare ve terbiye edilmektedir. 
 
Rububiyyeti de “Rahmaniyyet” hakikati zuhura getirmektedir. 
 
Böylece genel güç “Rahmaniyyet”in elinde olduğundan; ondan izinsiz önünde kimse konuşamaz.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
168 - Kur’anı Keriym  Nebe Suresi 78. sure 38. ayette
yevme yekumürruhu vel melaiketü saffen 
la yetekellemune illa men ezine lehürrahmanü ve kale savaben
saf saf ruh ve melaike kıyam olduğu/dikildiği yevm/gün
illa/ancak rahmanın lehü/onun için izin verdiği kimse  
tekellüm/kelam eder/konuşurlar
ve söylediği isabetli/doğrudur  
“Cebrail ve meleklerin dizi dizi durdukları gün Rahmanın izni olmadan kimse konuşmayacaktır. Konuştuğu zaman da doğruyu söyleyecektir.”
 
Cebrail; ilim ve haber  
melekler ise güç kuvvet demektir. 
 
Kıyamet koptuğundan geçici olarak bu görevler durdurulmuştur. Böylece o gün Cebrail ve melekler “Rahman”ın önünde dururlar  
O’nun izni olmadan kimse konuşamaz. Orada sadece dünyada iken Rahmani hakikatleri idrak edenlere söz hakkı verilir.
 
“Hakikat-i Rahmaniyyet”i idrak eden tevhid ehlinin “Cebrail” ve “meleklere” yani aracılara ihtiyacı kalmaz onların faaliyetleri durdurulur. 
Çünkü bilgilerini doğrudan “Rahman”dan alırlar ve mevcut olanın sadece Rahman ve O’nun tecellisi olduğunu yakıyn bir bilgi ve müşahede ile bilirler.
 
Burada Rahmani ayetlerin toplamı olan “İkinci Bölüm”ü de tamamlamış bulunuyoruz. 
Yukarıdaki son ayet 168 numara ile belirlenmiş oldu. 
Bu sayıyı kendi içinde toplarsak; 
(1 + 6 + 8 = 15)  eder. (15 – 2 = 13)  kalır. 
İşte Rahman ayetlerinin toplamı dahi toplu olarak “Hakikat-i Muhammedi”nin bütün mertebelerdeki zuhurunu “13” şifresi ile ortaya koymakta geriye kalan 2 ise bu hakikatleri zahir ve batın idrak eden irfan ehlinin varlığını belirtmektedir.
 
Ve yine gördük ki içinde “Rahman” ismi geçen 18 Sure vardır
Bu da bize “Rahman”ın on sekiz (18) bin alemi de kapsamına aldığını açık olarak ifade etmektedir.
 
İnşeallah bu kitabımızdan sonra “Kelime-i Tevhid” isimli kitabımızın yazılmasına başlıyacağız. 
O halde Tevhid penceresini sonuna kadar açmamız gerekecektir ki; seyr edenler ebedi bir müşahede ile idrak ehli olsunlar. 
“Ahad”ı “Allah”ı “Rahman”ı “Rabb”ı “Hakk”ı “Melik”i ve “mülkü” gerçek halleriyle tanısınlar. 
Gayret bizden ikram Rahman’dan olsun. Amin.
Allah Hak söyler Hakk’ı söyler.
Necdet Ardıç Uşşaki 
Terzi Baba 
Tekirdağ 
04.09.2001
 
Not: Şu tesadüfe bakın ki; bitiş tarihi dahi 4 + 9 = 13 olmuş. 
2001’in rakamları; 2 – 1 = 3 bu da içindekileri  
“ilmel yakıyn”  
“aynel yakıyn”  
“Hakkel yakıyn” olmak üzere 3 mertebeden idrak etmenin gereğini ortaya koymasıdır.
 
 
 
 
 
İçinde bulunduğumuz ahır zamanda her şey açığa çıkmıştır. Araştıranlar için gizli hiçbir şey kalmamıştır. Hayat çok süratlenmiştir. Ve ne yazıktır ki; kendisine bu alemin en değerli varlığı olan “akıl” aracı verilmiş olan insanlık bu aklını hiç düşünmeden çılgınlık derecesine vardırılmış bir bayağılıkla kullanmakta veya hiç kullanamamaktadır. Böylece kıyamet süresini ve son şansını çok süratle kısaltmaktadır.
 
Gerçek ümmet-i Muhammed; “Ademiyyet” mertebesinden başlayarak bütün mertebeleri kendi bünyesinde “cem” ederek “mertebe-i kemalat”a ulaşmış ve yedinci günü de idrak etmiştir. 
 
Cuma namazı bütün müslümanlara farz ise de batınen “makam-ı cem’ül cem”e varanların kemal namazıdır. Bu yüzden haftada bir defadır.