info@ellidokuz.com
Dolar Alış
:
32.5096
Dolar Satış
:
32.5682
Euro Alış
:
34.6254
Euro Satış
:
34.6878
Aranıyor, lütfen bekleyiniz...

Mir aç Gecesi

08/01/1994
 
 
M İ’ R A C   G E C E S İ
 
 
Geldi yine Mi’rac gecesi  
Bilsin insanların cümlesi  
Bu gece gecelerin incisi  
Haydi yürü; sen de Mi’raca gel.
 
Önce şarh eyle göğsün boydan  
Cemalin aydın olsun aydan  
İlim al Muhamıned’in (Al.) soyundan  
Haydi yürü; sen de Mi’raca gel.
 
Temizlesin göğsünü Cibril  
Ses çıkarma önünde eğil  
Bu ameliyat boşuna değil  
Haydi yürü; sen de Mi’raca gel.
 
Burak geldiğinde önünc  
Ateş verdiğinde gönlüne  
Binip gittiğinde seyrine  
Haydi yürü; sen de Mi’raca gel.
 
Mescidi Aksa’ya vardığında  
Nebi ile namaz kıldığında  
Hayret içinde kaldığında  
Haydi yürü; sen de Mi’raca gel.
 
Yüksel oradan göğe doru  
Taş dahi gelir yanık bağrı  
Varsa gönlünde İlahi çağrı  
Haydi yürü; sen de Mi’raca gel.
 
İbrahim’in (AL.) davetini duy. 
O’na can’u gönülden uy  
Bulursun onda hep güzel huy  
Haydi yürü; sen Mi’raca gel.
 
Musa ile Eymen’de buluş  
Zorluğa sahretmeye alış  
Yap kızıl denize hir dalış  
Haydi yürü; sen de Mi’raca gel.
 
Len terani’den al biraz ders  
Düşme Hak yolundakilere ters  
Gönülden gönüle ses ver ses  
Haydi yürü; sen de Mi’raca gel.
 
İsa (AL.) gibi dünya’yı terk et  
Varlığında olanı derk et. 
Hayalde olanları yok et  
Haydi yürü;  sen de Mi’raca gel.
 
 
Muhammedin (Al..) ayrılma izinden  
Bak neler dökülür sözünden  
Manalar alırsın özünden  
Haydi yürü; sen de Mi’raca gel.
 
Ref Ref’e binip yüksel arşa  
Sende katıl bu güzel yarışa  
Kimler ulaşır bu son varışa  
Haydi yürü; sen de Mi’raca gel.
 
Uzun uzun menziller aşmağa  
Kaab’ı Kavseyn’e ulaşmağa  
Derya olup dolup taşmağa  
Haydi yürü; sen de Mi’raca gel.
 
Namazdır Mü’minin Mi’racı
Tam olursa Hak’ka inancı  
Kerramna’dan olur baş tacı  
Haydi yürü; sen de Mi’raca gel.
 
Gayrete gel başla bu günden  
Kamus-u aşkı oku yüzünden  
Bak görürsün Necdet’in gözünden  
Haydi yürü; sen de Mi’raca gel.
 
4-2-1997 Salı Kadir gecesi sohbetinden özet
 
 
 
B E Ş İ N C İ   B Ö L Ü M
KADİR GECESİ
 
elhamdülillahi rabbil alemin 
veselatu vesselamu ala rasulina muhammedin 
ve ala alihi ve eshabihi ecmain 
euzü billahi mineşşeytanirraciym bismillahirrahmanirrahiym.
“Rabbi zidni ilma” sadekallahülaaziym 
 
Bilindiği gibi bu akşam Kadir gecesi.
Daha evvel yaptığımız zikirlerden merasimden ve tesbih namazından sonra şimdi inşeallah Kadir gecesinin ne demek olduğunu mana alemi özü ve hakikati itibariyle anlamaya çalışalım. Allah cümlemize zihin ve gönül açıkiğı versin.
 
Kadir gecesi bilindiği gibi Kuran-ı Keriym’in dünya semasına indirildiği gecedir ve diğer gecelerin en üstün olanıdır. 
Daha ev¬velce seyr-i sulükunda salik 
- Regaib gecesini yaşıyor  
- sonra Mevlûd/doğum gecesini yaşıyor  
- daha sonra Berat gecesinde berat’ini alıyor  
- daha sonra Mi’racını yapıyor  
- ve ondan sonra da Kadr’e Kadir gecesine ulaşıyor. 
 
Dolayısıyla Kadir gecesi sadece müslümanlara has bir lütuf olmaktadır. Diğer milletlerin böyle bir gece¬si yoktur. Çünkü onlar o mertebeye ulaşamamışlardır. Bulunduk¬ları yer itibariyle onların kadr’leri yoktur. 
Ancak onların da bazı özellikleri vardır fakat Hakikat-i Muhammed-i üzere olan kadirle¬ri yoktur. Muhammed-i olmadıkça kadir gecesinin hakikatini an¬lamaya yol yoktur çünkü Kadir gecesinde Kuran-ı Keriym nazil olmaya başlıyor. Allah kelamın manaları sana nüzul etmeye baş¬lıyor. 
Öyle bir kadir kıymet bilmek ki bu yol başka ümmetlere kapalıdır ve Allah’ın zat-i tecellisi olmaktadır “ef’al esma sıfat” tecellileri değil zat tecellisidir.  “Zat-i kadr” “zat-i kader” zat-i oluşumlar¬dır.
 
 Mi’rac gecesiyle Kadir gecesinin arasındaki fark şudur’ki:
Mir’ac gecesinde kul Rabb’ına yükseliyor  
Kadir gecesinde ise Rab kuluna ulaşıyor. 
İşte Mi’rac gecesi olmadan Kadir gecesi olamıyor. Kadir gecesinden daha büyük bir gece düşünmek mümkün değildir. 
 
İşte Cenab-ı Hak bu hakikatleri Kur’an-ı Keriym de Kadir Süresi ve ilgili ayetlerle belirtmiştir. Şimdi onları inceleyerek aklımızın erdiği dilimizin döndüğü kadar anlayıp anlatmaya çalışalım.
 
 
euzü billahi mineşşeytanirraciym 
bismillalıirrahmanirrahiym 
 
(Kadr Sures 97/1-5)
 (1) inna enzelnahü fiy leyletil kadri
(2) ve ma edrake ma leyletül kadri
(3) leyletül kadri hayrün min elfi şehrin
(4) tenezzelül melaiketü verruhu 
      fiyha biizni rabbihim min külli emrin
(5) selamün hiye hatta matlei’l fecri
(1) inna/kesin biz leyletil kadr/kadr/kadir leyl/gecesinde
      enzelnahü/onu/kendisini biz enzel/inzal indirdik  
(2) ve leyletil kadr/kadir leyl/gecesi ne olduğu
     sana ne derey/edre’ etti/bildirdi/anlattı
(3) leyletil kadr/kadr/kadir leyl/gecesi elf/bin şehr/aydan hayırlıdır
(4) külli/her emir/işten onların/kendilerinin rabblerinin izni ile
      fiyha/onun içinde/hakkında onda/orada 
      melaike/melekler  ve ruh/öz/hülasa canlılık tenezzül eder/inerler
(5)  ta ki matleil fecr/fecr/tan yeri tuluğ edinceye/ağarıncaya kadar
      hıye/o selam/esenliktir 
1. Muhakkak ki: Biz onu Kadr gecesinde indirdik.
2. Kadr gecesinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?
3. Kadr gecesi Bin aydan hayırlıdır.
4. Onda melekler ve ruh Rabbi’lerinin izni ile her bir emrden iniverir.
5. O -gece- tan yeri ağarıncaya değin bir selâmettir.
 
(Duhan 44/1-8)
 (1) ha mim
(2) vel kitabil mübiyni
(3) inna enzelnahü fiy leyletin müba¬reketin 
     inna künna münzirıyne
(4) fiy¬ha yüfreku küllü emrin hakiymin
(5) emren min ındina inna künna mürsiliy¬ne
(6) rahmeten min rabbike innehü hüvessemiyul aliymü
(7) rabbissema¬vati vel ardı ve ma beynehüma 
     in kün¬tüm mukıniyne
(8) lâ ilahe illa hüve yuhyiy ve yümiytü 
(1) ha mim
(2) ve (andolsun) mübin/beyan olan açıklayan kitab
(3) inna/kesin biz enzelnahü/onu/kendisini enzel/inzal/indirdik 
    mübarek/bereketli kutlu gece içinde
    inna/kesin biz münzır/inzar uyaranlar idik/olduk
(4) hikmetli küllü/her emir/iş
    fiy¬ha/onun içinde (onda) tefrik edilir/ayırt edilir 
(5) emir/iş olarak indi/katımızdandır
    inna/kesin biz mürsel/gönderenler idik 
(6) senin rabbinden rahmet  
     innehü/kesin o hüve  semi/duyan alim/bilen
(7) semavat ve arzın ve onların ikisinin arasındakilerin rabbı
     eğer mukin/ikan/yakıyn iseniz
(8) lâ ilahe illa hüve ihya/hayy/hayat verir ve mevt eder/öldürür 
1. Hâ Mim.
2. Apaçık bildiren kitaba yemin olsun ki:
3. Muhakkak biz onu bir mübârek gecede indirdik şüphe yok ki biz uyarıcıyız.
4. O gecede her muhkem emr ayırd edilir.
5. Bizim tarafımızdan bir emr olarak. Şüphe yok ki biz Resûl gönderir olduk.
6. Rab’binden bir rahmet olarak. Muhakkak ki O’dur hakkıyla işiten hakkıyla bilen O’dur.
7. Göklerin ve yerin ve bunların aralarındakilerin Rab’bidir.  Eğer siz yakınen inanır kimseler oldu iseniz.
8. O’ndan başka ilâh yoktur. O diriltir ve öldürür sizin Rab’binizdir ve evvelki atalarınızın Rab’bidir.
 
(Bakara 2/185)
“şehrü ramadanelleziy ünzile fiyhil kur’¬anü hüden linnasi 
  ve beyyinatin minel¬ hüda vel fürkani 
  femen şehide minkümüşşehre felyesumhü”
“sadekallahul aziym” 
ramazan şehri/ayı o zat/şey ki
nas/insanlar için hüda/hidayet olarak
kur’an fiyhi/onun içinde/onda inzal edildi/indirildi
ve hüda/hidayetten ve furkandan (hak ile batılı ayırandan)
beyyinat/açık deliller olarak
bu halde eş şehre/o aya sizden kim ki şehid/şahit tanık oldu 
bu halde  esumhü/onu/kendisini savm oruç tutsun
185. Ramazan ayı o öyle bir aydır ki o ayda insanlara doğru yolu gösteren ve açık âyetleri içine alıp hak ile bâtılın arasını ayıran Kur’ân’ı Kerîm nâzil olmuştur. İmdi sizden ramazan ayında hazır bulunan o ayın orucunu tutsun.
“şehru ramazan” yani Ramazan ayı öyle bir aydırki Kur’an o Ramazan ayı içersinde indirildi. 
“hüden linnasi” İnsanlara hidayet etmesi için indirildi. 
“ve beyyinatin” açık beyanlar bilgiler ile 
“minel hüda” hidayet yolunun açık bilgilerini verdi. 
“vel furkan” ve alemde ne kadar farklılıklar varsa onların hakikatini de verdi.
Bir tarafta vahdet ilmini bir tarafta da farklar ilmini ver¬di:
Çünkü her oluşum bir esmanın özelliğinden kaynaklandığına göre tabii ki bu hadiseler farklılık arzedecektir. İşte bunun bilgisini de verdi. 
(yani Kur’an’ın furkan yönü) 
“femen şehide” Kim ki bu ayı görünse bu aya ulaşırsa
“min kümüşşehrafel yesumhü” hemen oruç tutsun. 
Burada orucun farziyyeti ve Kur’an-ı Keriym’in indirildiği ay belirtiliyor.
 
Hz. Rasulüllah Hira dağında iken Hz. Cebrail geldiği zaman  
(Alak 96/1)
ıkre’ bismi rabbikelleziy haleka
o zat ki halek/halk eden senin rabbinin ismi/adı ile ıkra/kıraat et oku 
“ikra” “oku”
“bismirabikellezi “ “Rabbinin ismi ile oku” ayeti 
Ramazanın içinde gelmiştir.
Kur’an-ı Keriyme toplu olarak bakıldığında kendisinde bulunan bilgiler sıralandığı za¬man bunların hakikatleri çok daha açık olarak anlaşılmaktadır.
 
Gelelim (Duhan 44) suresinin baş ayetlerine: 
Orada başta 
ha mim var
(1) ha mim
“ha mim” bilindiği gibi “Hakikati Muhammedi”nin bu bölümü.
7 tane “ha mim” ile başlayan sure vardır.
Bunun her bi¬risi bir mertebenin hakikatini belirtiyor yani 7 nefs mertebelerini.
Burada da Kadir ile ilgili hakikati belirtiyor  
“Ha mim” bu hakika¬tin şifresi’dir.
Buradaki “Ha mim’i” biz “Hakikat-i Muhammed-i” olarak düşünelim.
 
 (2) vel kitabil mübiyni
(2) ve (andolsun) mübin/beyan olan açıklayan kitab
 “açık kitaba yemin olsun”. 
O zaman şöyle oluyor: 
“Ha mim ve açık kitab-a yemin olsun ki!” 
Ne¬den çünkü “ha mim”in tafsilatı açık kitabın içindedir. 
 
 (3) inna enzelnahü fiy leyletin müba¬reketin 
     inna künna münzirıyne
(3) inna/kesin biz enzelnahü/onu/kendisini enzel/inzal/indirdik 
    mübarek/bereketli kutlu gece içinde
    inna/kesin biz münzır/inzar uyaranlar idik/olduk
 
 
“inna enzelnahü” “muhakkakki biz onu indirdik ” 
“fi leyletin mubareketin” “mübarek bir gece içersinde indirdik ” 
“inna künna münzirin” “muhakkak’ki biz korkutuyoruz”  
 
 
 (4) fiy¬ha yüfreku küllü emrin hakiymin
(4) hikmetli küllü/her emir/iş fiy¬ha/onda tefrik edilir/ayırt edilir
 
 (5) emren min ındina inna künna mürsiliy¬ne
(5) emir/iş olarak indi/katımızdandır inna/kesin biz mürsel/gönderenler idik 
 
“fiy¬ha yüfreku küllü emrin hakiymin emren min ındina inna künna mürsiliy¬ne”
“o gece bütün işler birbirinden ayrılırlar. “
“Bizim yanımızdan bir emir ile muhakkak ki biz göndericiyiz”.
 
 
 (6) rahmeten min rabbike innehü hüvessemiyul aliymü
(6) senin rabbinden rahmet innehü/kesin o hüve  semi/duyan alim/bilen
 “Rahmeten min rabbike” 
“Rabbinden bir rahmet olsun diye gönderdik.” 
“innehü hüvessemiul aliymü”  
 “muhakkak ki duyucu ve bilicidir”. 
 
 (7) rabbissema¬vati vel ardı ve ma beynehüma 
     in kün¬tüm mukıniyne
(7) semavat ve arzın ve onların ikisinin arasındakilerin rabbı
     eğer mukin/ikan/yakıyn iseniz
 “rabbissema¬vati vel ardı ve ma beynehüma in kün¬tüm mukıniyne” 
“semavat arz ve ikisi arasında onların Rabbıdır eğer yakıyn sahibiyseniz”. 
 
 
 (8) lâ ilahe illa hüve yuhyiy ve yümiytü 
(8) lâ ilahe illa hüve ihya/hayy/hayat verir ve mevt eder/öldürür
“ondan başka ilah yoktur o diriltir o öldürür”.
 
Buradaki gecenin bazı alimler tarafıdan 
“inna enzeinahü fiy leyletin mubareketin” ile belirtilen gecenin  
Berat gecesini be¬lirttiği söyleniyor  
aynı ayeti Kadir gecesi olarakda söyleyenler var ise de  
Berat gecesi olması daha mümkündür  
çünkü Kadir gece¬si hakkında belirtilen “Kadir gecesinde inmiştir” lafzı vardır. 
Burası Berat gecesiyle ilgili olmalıdır  
çünkü Cenab-i Hak Kur’an-ı Keriym-i “levhi mahfuz”dan ikinci kat gökteki “Beyt’ül Ma’mur”a indirdi  
 
“Beyt’ül Ma’mur”dan da Kadir gecesi “Beytül Haram”a indirdi ve bu Beyt’ül Harama inmeyi 23 senelik bir süre içerisinde oldu. 
 
“Beytül Ma’mur”a bir defada geldi oradan “Beytül Haram”a yani “insana” “peygambere” görevli melek tarafından 23 senede indirildi.
 
Kadir gecesinde Hira dağında gelen ayet “İkra” “oku” idi  
Son gelen ayet ise Bakara suresinin 281’nci ayeti oldu. 
 “vetteku yevmen türce’une fiyhi ilellahi”
ve allaha değin/üzre fiyhi/onda/oraya irca’/rücu/döndürüleğiniz yevm/güne ittika/akva et
“Rabbınıza dön¬dürüleceğiniz günden sakınınız.” diye son bir ikaz yapılmaktadır.
 
Kur’an-ı Keriym’in dünyaya nazil olmaya başlaması gerçekten insanlık alemi için çok müthiş bir hadisedir. Çünkü insanın en ge¬niş şekliyle Rabbini bilmesi ve anlaması onun getirdiği ilimle mümkün olmaktadır. 
Diğer kitaplardaki Rab bilgisi gönderildiği zamanın insanının anlayabileceği kadardı.
Cenab-ı Hak “Kur’an-ı Keriym” içindeki bilgiler ile Hz. Peygambere ikram etti o da aynen onları ümmetine ikram etti. 
 
Şeyh’ül ekber Muhyiddin Arabi Hz: 
“Hz Muhammed’in ümmetine Kur’an-ı Keriym-i ikram etmesi Hz. Cibril’in Meryeme Ruhu nefhetmesi gibidir.” buyurdular.
 
Daha evvelcede dediğimiz gibi diğer ümmetlerin Kadir gece¬leri yoktur. Bu oluşum Ümmet-i Muhammede has bir özelliktir. İnsanlara bir ikram veya lütufta bulunulur; onun kıymetini bilirse kadr-u kıymetini bildi kadirşinas derler. 
İşte Cenab-ı Hakk’ın bize lütuf etmiş olduğu bu gecenin hakikatini idrak edersek biz de kadirşina bir insan olmuş oluruz ve bu bizim lehimize olur. 
 
 
 
O halde her birerlerimiz bulunduğumuz idrak seviyelerimiz ilibariyle en geniş şekilde bu oluşumu anlamak zorundayız. Bu dünya¬dan gitmeden evvel bulunduğumuz halin kadr-ü kıymetini de bilmek zorundayız. Çünkü bize muhteşem Hakikat-i Muhammed-i mirası kalmıştır.
 
Musa (as) ulaştığı en yüksek oluşum 
“len terani” “sen beni gö¬remezsin” oldu
 
(Araf 7/143) 
 
“ve lemma cae musa limiykatina ve kellemehü rabbühü 
  kale rabbi eri¬niy enzur ileyke kale len teraniy 
ve mikatımız/tayin ettiğimiz vakit (ibadet süresi yeri) için
musa cae/geldiğinde/gelince
ve rabbühü/onun/kendisinin rabbi
kellemehü/ona/kendisine kelime ettiğinde/konuşunca  
dedi ki rabbim bana rüyet/göster ki 
sana değin/üzre nazar edeyim/bakayım
dedi  ki len teraniy/asla beni rüyet edemez/göremezsin
“Musa tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunki konusunca Musa: (Rabbim! Bana kendini göster sana bakayım) dedi. Allah: (Sen beni göremezsin!) dedi.”
 
 Çünkü “mertebe-i Müseviyet” tenzih akaidesi üzeredir.
Tenzih’de Allah ve kul ikiliği olduğundan ötelerde olan bir Allahı’a yönelme vardır. 
 
Hal böyle olunca kişinin beşeri kimliği üstünde olduğu sürece “sen beni göremezsin” hitabına maruz kalacaktır. 
 
Mi’rac bölümünde de bir miktar bahsettiğimiz gibi “Museviyet mertebe”sinin en yüksek hali budur bu mertebede bulunanların kadr-u kıymetleri bu yaşantı içindedir. 
“Gerçek tenzihi” (taklidi tenzihi) değil idrak etmeleri bu mertebe müntesiblerinin kadimleridir. 
Bu halin kendilerini kaplaması da o mertebenin Kadir gecesi diye belirtilen kemalidir.
 
Mi’rac bölümünde bir miktar belirtildiği gibi bu geceye “İseviyet mertebesi” itibariyle baktığımız da görülen şu olur: 
İseviyet “Teşbih” (benzetme) kaidesi üzerine kurulmuştur. 
Yaşantısı “fena fillah” (Allah’da fani yok olmak) olduğundan geriye dönüşü mümkün değildir. 
Hal böyle olunca o mertebenin de gerçek anlamda geriye dönüşü olmadığından Kadir gecesi yoktur.  O mertebenin en yüksek kadr-i İsa (as) göğe alınışıdır. 
 
(Kur’an-ı Keriym’de Nisa Suresinde 4/158)  
bel refe’ahullahü ileyhi 
bilakis/doğrusu ona/kendine değin/üzre/doğru  allah refi etti/yükseltti
“Allah onu kendi katma yük¬seltti.” ifadesiyle anlamını bulmaktadır.
 
Böylece o mertebenin ge¬riye dönüşü olmadığından henüz “İnsan-ı Kamil” mertebesi de oluşmamıştır dolayısıyla bu mertebenin’de gerçek anlamda Kadir gecesi olamamaktadır. 
“İseviyet”in kadr-i “fena fillah” (Hak’da fani yok olmak’tır.)
 
Hz. Rasulüllah’ın ve ümmetinin kadr-i çok başkadır. İşte geç¬miş peygamberlerin hakikatlerini biz idrak edebilirsek; 
eğer on¬ların hakikatlerine bakarak kendi peygarnberlerimizin ve kendi halimizin nasıl olduğunu değerlendirmemiz çok daha kolaylaşır güzelleşir ve değerlenir. 
 
Bunların hepsi peygamberdir hepsi aynı mertebededir diye bakarsan aradaki fark meydana çıkmayınca kendi değerini (kadrini) bilemezsin. Evvela onların mertebelerini tesbit etmek lazım ki ondan sonra biz kendi mertebemizi bilelim ve oradaki açık seçik farkı müşahede edelim.
 
(Kadr Suresi  97/1-5)
 (1) inna enzelnahü fiy leyletil kadri
(2) ve ma edrake ma leyletül kadri
(3) leyletül kadri hayrün min elfi şehrin
(4) tenezzelül melaiketü verruhu 
      fiyha biizni rabbihim min külli emrin
(5) selamün hiye hatta matlei’l fecri
 
(1) inna/kesin biz leyletil kadr/kadr/kadir leyl/gecesinde
      enzelnahü/onu/kendisini biz enzel/inzal indirdik  
(2) ve leyletil kadr/kadir leyl/gecesi ne olduğu
     sana ne derey/edre’ etti/bildirdi/anlattı
(3) leyletil kadr/kadr/kadir leyl/gecesi elf/bin şehr/aydan hayırlıdır
(4) külli/her emir/işten onların/kendilerinin rabblerinin izni ile
      fiyha/onun içinde/hakkında onda/orada 
      melaike/melekler  ve ruh/öz/hülasa canlılık tenezzül eder/inerler
(5)  ta ki matleil fecr/fecr/tan yeri tuluğ edinceye/ağarıncaya kadar
      hıye/o selam/esenliktir 
mealen: 
“Doğru¬su biz Kur’an-ı Kadir gecesinde indirdik. 
  Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? 
  Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. 
  Melekler ve Cebrail o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler. 
  O gece tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir”.
 
Kadir surcsine gelince onu iyi anlamaya çalışalım
“inna”  “mu¬hakkak ki biz ” 
“enzelnahü”  “o Kur’an-ı biz indirdik”
“fîy leyletil kadr” “kadir gecesi içinde.”
 Bu Kur’an’ın bir genel olarak dünya semasına inmesi var  
bir de özel olarak her birerlerimizin gönül semalarımıza inmesi vardır.
 
(A’raf 7/142)
ve va’adna musa selasiyne leyleten ve etmemnaha bi’aşrin 
fetemme miykatü rabbihî erbe’ıyne leyleten 
 
ve otuz (30) leyl/gece olarak musaya biz vaad ettik/sözleştik
ve aşr/on (10) ile etmemnaha/onu/kendisini tamamladık 
bu halde rabbihî/onu/kendisinin rabbi  erbain/kırk (40) leyl/gece olarak
mikat/vakti/ibadet süresi yeri tamamlandı
 “Musa’ya otuz gün vade verip sonra buna on gece daha kattık! Böylece Rabbinin tayin ettiği müddet kırk geceye tamamlandı”
 
Musa (as) gündüzleri oruç; 
geceleri ibadetle nefis tezkiyesi yaparak geçirdiği otuz (30) günün sonunda “Tevrat-ı şerifi” almaya başladı 
ve on gün (10) devam etti. 
Böylece süre kırk güne (40) ulaşmış oldu.
 
Kadir gecesi olarak genelde kabul görüp uygulanan Ramaza¬nın yirmi yedinci (27.) gecesi sistematik oluşuma da çok uygun düş¬mektedir. 
 
Kadir gecesinin daha değişik tarif ifadeleri de vardır. 
Bunun sebebi her geceyi Kadir gecesine döndürmenin mümkün olduğunu bildirmek içindir.
 
Ramazanın yirmi yedisinde (27) Kur’an-ı Keriym nazil olmaya baş¬lıyor. 
Musa (as) otuz (30) unda gelmeye başladı kırk’ında (40) sona ermiştir. 
Müslüman Ramazanda bir ay oruç tutuyor bunun yirmi yedisine kadar olan sürede nefis tezkiyesi yapmış oluyor. 
Böylece gönül ayinesinde kendi nefsaniyetinden hiç bir toz dahi kalmamış oluyor. 
Böylece ilahi tecelli o temiz gönül aynasında parlamaya başlıyor ve orası alış yani tecelli merkezi oluyor. 
 
İşte böylece kişi yirmi yedinci (27.) gece kadr’ini biliyor  
yirmi sekizinci (28.)  gecesi Peygamberin silsilesini tamamlamış oluyor. 
 
Daha evvelki yaşamında diğer pey¬gamberlerin yaşantısını geçmiş 
ve yirmi sekizinci (28.) gecede de “haki¬kat- i Muhammed-i”yi idrak etmiş oluyor.
 
Yirmi dokuzuncu (29.) gecede ise (Arefe) “arif” oluyor. Yani ertesi günün bayram olduğu biliniyor ve o gcceye idrakle ulaşan kim¬se ise “Arifi billah” mertebesine ulaşmış oluyor. 
 
İşte böylece “Regaib” gecesi ifadesiyle başlayan hakikat yolculuğu “Arif-i billah” hükmü ve yaşantısı ile neticeye ermiş oluyor. 
 
Bu hal ile Ramaza¬nın otuz (30) una ulaşmış insan da bayram yapmaz da ne yapar?...
İşte gerçek bayramı onlar hak ediyorlar. Bizlerde sureta onlara benze¬mekle onların yüzü suyu hürrneline bayram yapıyoruz. 
 
Bu haki¬kati idrak eden Hacı Bayram-ı Veli ilahisini böyle söylemiş: 
“Bayramım imdi bayramım imdi yar ile bayram ederler şimdi.”
 
Kimki belirli oluşumlarla gönlünü temizlemiş ise biz de onun gönlüne Kur’an-ı Keriym-i indirmeye başlarız böylece o da “İnsan-ı Kamil” olmaya başlar. 
Burada Kur’an’ın inmesi vahy ile yeni bir Kur’an inmesi değil ilham ile mevcud Kur’an’ın inceliklerinin kendisine açılmasıdır.
 
Şimdi tekrar geri dönerek Kadr Suresine hastan başlayalım.
(Kadir 97/1)
 (1) inna enzelnahü fiy leyletil kadri
 
(1) inna/kesin biz leyletil kadr (kadr/kadir leyl/gecesinde)
     enzelnahü/onu/kendisini biz enzel/inzal indirdik  
 
“inna”  “mu¬hakkak ki biz ” 
“enzelnahü”  “o Kur’an-ı biz indirdik”
Bakın burada “Cibril”den de bahs edilmiyor doğrudan doğruya “biz indirdik” deniliyor. 
Çünkü Cebrail özünde zaten Hak’tan başka bir şey olmadığından “biz indirdik” deniliyor. 
 
 
“fiy leyletil kadr” “Kadir gecesi içcrisinde” 
Burada bir geceden bahs ediliyor. 
 
Niye “kadr gündüzü” denmemiş?
Çünkü gece fena fillah mertebesi olduğundan kişi Hak’ta fani ol¬duğu Hak’la Hak olduğu zaman Kur’an nazil olmaya başlıyor. 
 
Geceden kasıt “yokluk hiçlik” 
- eşyanın ortadan kalkması 
- kendi varlığının dahi ortadan kalkması 
- “A’maiyet” haline bürünmesi 
- Zat Alemine ulaşmasıdır.
 
Bu “fena fillah” halinden nüzul ve tenzil ile “İnsan-ı kamil” olarak tekrar dünyaya dönmeye başlıyor. 
 
İşte bu hakikati şimdilik “fena fillah” mertebesinde bekletilen “İsa” (as) da yaşayacak. O zaman o kadr’i kıymetini bilecek tekrar dünyaya geldiğinde bizim şimdi yaşadığımız hakikati o o zaman yaşayacak. 
 
Dikkatinizi çekiyorum buradaki Ümmet-i Muhammedin ihtişamını düşünebili-yor muyuz İsa (as) Hz Pcygambere ümmet olarak gelecek “Hakikat-i Muhammedi”den aldığı kendinde olmayan bu ha¬kikatleri tahakkuk ettirerek gelecek ve ondan sonra “kadr” hakikatini yaşayacak fakat biz bunu daha şimdiden yaşıyoruz ve bu imkanımız var. 
Bir düşünelim içinde bulunduğumuz hassasiyetin güzelliğin değerin derecesinin ne olduğunu.
 
Ben-i İsrail’in peygamberlerinin en büyüğü olan “İsa” (as) şu anlattığımız vasfa sahip değildir. Haşa onun peygamberliğine bir halal gelmesin; o ayrı bir vasıftır.
 
Ümmet-i Muhammed’de Hz Rasüllüllah’ın kemalatının ilmi bilgisi özelliği yaşantısı olduğundan (ki alemler onun kendisi için varedilmiş) bütün ilim onda zııhura çıkmış; “levlake levlak lema halaktül eflak” 
yani “eğer sen olmasaydın olmasaydın bu alem¬leri halk etmezdim” 
hükmüyle belirlenmiş 
(Enbiya Suresi 21/107 ayette )
ve ma erselnake illa rahmeten li’l alemiyne 
ve illa/sadece  rahmeten li’l alemiyn/ alemler için rahmet olarak  
seni ersel/irsal etdik gönderdik
“Ey Muhamıned seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” ifadesiyle tabii ki o rahmetten en önce bizler yararlanıyoruz ve yararlanmamız gerekiyor.
 
İşte Cenab-ı Hak hu özellikleri hiç bir ümmete yapmadığı bu lütfu bir garip ahir zaman ümmetine yapmıştır. 
 
 
Ve ayet devam et¬mekte (Kadir 97/2)
 (2) ve ma edrake ma leyletül kadri
(2) ve leyletil kadr/kadir leyl/gecesi ne olduğu
     sana ne derey/edre’ etti/bildirdi/anlattı
“Kadir gecesinin ne olduğunu sen idrak ettin mi?”. 
Ayetteki ifade tarzına bakın sanki karşılıklı konuşuyor gibi uzaklarda değil.
 
Bu ayetin iki yönü vardır: 
birisi Hz. Rasulullah’a hitab eden yönü  
ikincisi de ümmetine hitap eden yönüdür..
 
Hz. Rasulullah’a hitap eden yönüne baktığımız zaman  
o’na “sen bu Kadir gecesini idrak ettin” hükmündedir  
onun için “ettin mi etmedin mi?” hususu düşünülemez çünkü Kur’an kendisine gelmiştir. 
 
Bu ifadelerin hakikatini anlayamayacak durumda ol¬sa idi o’na gelmez idi. Burada ki “vema” “ne” bize ümmetine ait 
“Ey Rasülümün ümmeti siz bunun ne olduğunu idrak ettiniz mi?’ 
Bu hitap bizleredir. 
 
Kur’an-ı Keriym Hz. Peygambere inmesi dolayısıyla 
“sen bunu idrak ettin bunda kimsenin şek şüphesi yoktur.” 
 
Fakat bize gelince;
“ey Ümmet-i Muhammcd siz bu geceyi idrak ettinizmi? 
Bunun değerini kadrini kıymetini anlayabildiniz mi? 
veyahut bunun hakikati ile ilgilenebiliyor musuz? gibi sorular vardır.
 
İşte bu Kadir gecesini idrak etmek için o Hak yolcusu ve talibinin yol ehlinin daha evvelce “Regaib Mevlût Ber’at Mi’rac” gecelerini idrak edip bu yoldan Kadir gecesine ulaşması ancak mümkün olduğundan dolayı  
“sen bu geceyi idrak ettin mi?” ikaz ihtar eğitim veya hatırlatmasını yapmaktadır. 
 
“Bu silsileyi yaşayıp da Kadir gecesinin ne olduğunu daha hala anlayamadın mı?” de¬mektir. 
 
İnşeallah her birerlerimiz bu oluşumları en iyi şekilde an¬layanlardan oluruz ve ayetin devamında (Kadir 97/3)
 (3) leyletül kadri hayrün min elfi şehrin
(3) leyletil kadr/kadr/kadir leyl/gecesi elf/bin şehr/aydan hayırlıdır
“leyletül kadri” “o ka¬dir gecesi” 
“hayrün min elfi şehrin” “öyle bir gecedirki bin aydan hayırlıdır.”
 
Böyle bir özellik hiç bir ümmete verilmiş değildir. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi gerçek bir idrake ulaşmak gerekmektedir.
 
Hz. Rasulullah zaman zaman geçmiş ümmetlerin yaşlarını dü¬şünür epey uzun olduklarından kendi ümmetinin ise ömürlerinin daha kısa olduğundan ibadetlerinin daha az ve sevaplarının da daha az olacağım düşünüp üzülüyormuş. 
Bu ayetin o yüzden nazil olduğu tefsirlerde yazılıdır.
 
“elfi şehrin” “bin ay” “seksen üç (83) sene üç (3)  aydır.” 
Ey Habibim sen hiç üzülme senin ümmetine öyle lüluflarda bulundum ki: on-ları dalıa evvelce hiç bir ümmete nasib etmedim: 
 
Bakın Cenab-ı Hak Ümmet-i Muhammed’e bir gecede 83 sene üç (3) aylık devam¬lı ibadet sevabı veriyor. 
Gündelik ibadete ayrılan saatlerin ortala¬ma 10’da 1 (1/10) olabileceğini düsünebilirsek 83 senenin 830 seneye tekabül ettiğini kolayca anlarız. 
 
Ey: Muhammed (as) ahir zaman ümmeti sana bahşedilen değerleri bir düşünebilseydin ne olurdu?...
 
Burada belirtilen zaman Ef’al aleminin oluşumu içerisinde kısıtlı zaman mefhumu ile ifade edilmiştir. 
Aslında gerçek manada Kadr’ini oluşturup kendi kıymetini idrak ettiği zaman kişinin ne seneyle ne ömürle ne zamanla ne dünya ne ahiretle kıyas edilmez bir oluşumu olur çünkü zaman izafidir. 
Vahdet ehli indinde bütün onları toplayan sadece bir tek an vardır kendi gerçek kıymetini idrak ettiğin vakit ebedi hayata geçmiş oluyorsun ebedi hayatta ise kısıtlı zaman yoktur.
 
Burada ayette bahs edilen zaman süresi aslında çok kısa ve ef’al yani madde alemi itibariyledir. 
Mana alemi itibariyle değerlendirmemiz çok güçtür çünkü madde mana yanında çok az de¬ğer taşımaktadır. 
 
Ayet’te her mertebede olan kişinin anlayabilece¬ği bir dil kullanılmıştır. Gerçek kadr’ini idrak eden kimseler ise bu oluşumu yaşadıklarında onlara ayrıca anlatmaya gerek kalmıyor. 
Kur’an-ı Keriym sana nazil olduktan sonra bunun değeri ne za¬manla ne madde ile ölçülemez. 
 
İyi düşün “Kur’an sana yani her birerlerimizc nazil olmuştur” bu ifadeyi “ehli yakıyn” olarak anlamaya çalışalım.
 
Şimdi burada bir gerçeği daha açmaya çalışalım: 
yukarıdan beri gördüğümüz ayetlerde üç (3) “leyi” “gece” geçti. 
Cenab-ı Hak dileseydi tek ifadesiyle bunları ankıtabilirdi. 
Birinci gece bu hakikat¬leri “ilmel yakıyn”  
ikinci gece “aynel yakıyn”  
üçüncü gece ise “hakk’al yakıyn” olarak müşahade edip yaşamamız içindir.
 
 
İşte ayette belirtilen bin (1000) ay “Sûri” (zahir) ifade tarzı içerisinde en az miktarda asgari müşterek çerçevesinde belirtilmiştir. 
Gerçek manevi yönünü izahı ise ancak yukarıda belirtilen üç mertebede yaşayanlar tarafından değerlendirilebilir. 
Allah c. c cümlemizin idraklerim en geniş şekilde açmamıza yardımcı olsun.
 
(Kadir 97/4).
 (4) tenezzelül melaiketü verruhu 
     fiyha biizni rabbihim min külli emrin
(4) külli/her emir/işten onların/kendilerinin rabblerinin izni ile
     fiyha/onun içinde/hakkında onda/orada 
      melaike/melekler  ve ruh/öz/hülasa canlılık tenezzül eder/inerler 
İşte o gece 
“tenezzelül melaiketü” “melaike de iner nüzul eder.”
Kur’an indikten sonra melaike de iner  
“verruh” “Ruh da iner”; 
“fiyha” “o gecenin içinde”
“bi izni rabbihim”  “onların Rab’larının izniyle”
 melaike ve ruh o gece iner: 
“İndirelim bakalım şimdi nereye inecekler?” 
“tenezzelül melaiketü” “melaike iner tenezzül eder.”
Tabiiki iner inmez’mi hiç?...
O ruh’tan maksat genelde Cebrail (as)dır denmiştir. 
O’da çok yerli yerincedir ama birimsel olarak daha öz düşünürsek: 
Melaike dediğimiz şey¬ler melekler kuvvetler’dir yani Cenab-ı Hak’tan Kur’an vasıtasıy¬la sana yepyeni güçler gelir yepyeni idrakler açılır  
çünkü yuka¬rıda idrake “vema edrake” hitab ediyordu. 
 
İşte o idraklerin açılması için yepyeni bilgiler gelir melekler getirir yani “esma-i ilahiye”nin her türlüsünü sana ilim ve bilgi olarak verirler. 
 
Dolayısıyla ilmi artık gönlünden almaya başlarsın başkasına pek ihtiyaç kalmaz. 
Tabiiki ilim her yerden alınır Çin’de bile olsa alınır ama buradaki bilgi nakil bilgisi nakil ilmi değil bizatihi kendinde ortaya gelen ilimdir ki işte buna “müşahede ilmi” ve de “yakıyn” ilmi “vah¬det” ilmi denilir. 
Tam sağlam temiz katıksız bir ilim doğrudan doğruya özünden gelen bir ilimdir. 
Ve herkesin Cebrail-i kendine geliyor ona ilmini getiriyor. 
Cebrail (as) görevlileri bu işleri görür¬ler.
 
İşte Ayette belirtilen melekler sendeki yeni görüşler hayata bakışlardır. 
Tabiiki genel olarak yer yüzüne inen melekler de var¬dır. 
 
Bunlar bu gece Kadir gecesinde yeryüzüne inerler ve tebed¬dülat değişiklik yaparlar. 
Böyle olduğu gibi bizim yer yüzümüz olan beden mülkümüzde de aynı değişiklikler olması lazım geli¬yor aynı kazançlar sağlanıyor. 
 
Bu işler gece oluyor. Yukarıda bahsedilen üç gece ifadesinde üç oluşumda veyahut üç mertebe’de ki insanların değişik yaşantılarından zuhura geliyor. 
 
İşte meleklerin yer yüzüne inmesi melekût “Esma” mertebesinin sana nüzulüdür. 
Ruh’un yer yüzüne inmesi sana “Sıfat” mertebesinin nü¬zulüdür. 
Kur’an’ın sana inmesi ise “Zat” mertebesinin nüzulü ve tecellisidir. 
 
Bakın ifadelerde ne incelikler var. Onları hakikatleri itibariyle anlamamız gerekiyor. 
 
Bu işler nasıl oluyor?
“biizni babbihim” ancak “onların Rablerinin izni” ile oluyor. 
Yani nereye nasıl bir oluşum bir bilgi geldi ise Rabb onu o şekilde orada kendi kontrolünde oluşturup tahakkukunu sağlamakta¬dır. 
 
Burada bilmemiz gereken bir husus vardır “Rab” dcndiğinde bu esmanın hakikatini iki yönlü bilmemiz gerekmektedir:
birinci yönü “Rabb’ül erbab” yani “Rabb’ların Rabbı” itibariyle genel olarak bu sistemin çalıştırılıp terbiye edilmesidir. 
 
İkinci yönü “Rabb’ül has” “Has Rab” itibariyle varlıkların kendi has Rabb’ları dır. 
İşte bu oluşum her varlığın kendilerine has Rabb’larının izniy¬le inmektedir. 
 
“Rabb” esması “terbiye eden mürebbiye” demektir ve her varlığın bağlı olduğu bir esması vardır. 
İşte o esma o varlığın Rabb’ı dır  
böyle olunca da her varlığın kendine ait “Rabb-ı has”ı başka başka esma’lar’dır bu esmalar “Rabb-ul erbab”a bağlıdır o’da “bir”dir.
 
Bu hakikat-i Kur’an-ı Keriym de Yusuf (as) ağzından 
(Yusuf 12/39)
ya sahıbeyi’s sicni e-erbabün müteferriku¬ne hayrün
emillahül vahıdül kahharü
ya sicn/zindan iki (2) sahıb/arkadaşım 
müteferrik/çeşitli erbab/rabbler mı 
yoksa  vahid/bir tek kahhar/kahredici allah mı hayırlıdır
“Ey zindan arkadaşlarım ayrı ayrı Rab’larmı hayırlıdır yoksa tek ve üstün olan Allah’mı hayırlıdır?” diye bildirmiştir.
 
Genel olarak “Rabb’ül erbab” bütün bu alemde meydana ge¬len oluşumların kaynağıdır. 
 
“Rabb-ül has”lar ise teferruatları oluş¬turmaktadırlar. 
Burası ise Esma mertebesidir ve Ef’al mertebesindeki oluşumları meydana getirir.
 
Ve ruh’un inmesi: Sana “venafahtü”nün daha genişi geliyor 
Adem (as) hakkında (Hicr 15/29 ayetinde)
 “ve nefahtü fiyhi min ruhiy” 
ve ruhumdan fiyhi/ona içine nefh ettim/üfledim 
“Ona ruhumdan üfledim” 
 İsa (as) hakkında (Bakara 2/253)
 “ve eyyednahü birühıl kudusi”
ve rühı’l kudus ile  
eyyednahü/onu/kendisini biz yed/el verdik destekledik
“O’nu Ruhul Kudüs ile destekledik” 
 
Burada da sana ruh’un “Hakikat-ı Muhammed-i”nin “Ruh’ul Azam” olarak gelmesi Rabbül alemiyn izniyle faydalandırılmasıdır inmesidir 
Nasıl?  (Kadir 97/4) 
 “min küllü emrin” 
külli/her emir/işten 
“Her bir emirden.” Emir iş manasınadır.
İşte o mana alemindcn gelen özellikler Ef’al aleminde zuhura gelmektedir. 
 
Senin gönlüne mana aleminden gelen melekler güçler; ruh hayat nur bedenine intikal ediyor. 
Bedeninde de madde aleminde Ef’al aleminde zuhura çıkmış oluyor. 
 
“min külli emrin” “her bir emir  
 “selamun” ve o emir ile birlikte “selamet” getirirler  
ve tabi böyle bir oluşum selametten başka ne olabilir.
İnsan için bundan salim daha selametli bir şey olur mu? 
 
Selam aynı zamanda İslam selamete çıkmak selamette olmaktır. 
 
(Kadir 97/5)
 (5) selamün hiye hatta matlei’l fecri
(5)  ta ki matleil fecr/fecr/tan yeri tuluğ edinceye/ağarıncaya kadar
      hıye/o selam/esenliktir 
 “O gece tan yerinin ağarma.sına kadar bir esenliktir. “
 
“hiye hatta” “hatta şu zamana kadar ki” 
“metlail fccr” “güneş doğuncaya kadar” bu oluşum böylece devam eder gider. 
 
Bakın yukarıda üç geceden bahsedildi  
burada da “tuluğ”dan bahsedili¬yor  
ne demek isteniyor?...
“Güneş doğuncaya kadar” yani “Hakikat-i İlahi güneşi doğuncaya kadar.”
“Hakikat-i İlahiye” güneşi doğdu¬ğu zaman sende tabii ki fecr oluyor.
 
Yukarıdaki geceler bitiyor ve “fena fillah” mertebesinden “Baka billah” mertebesine geçilmiş olu¬yor. 
Bu halde gece ve teferruat bitmiş her şey yerli yerine dön¬müş ebedi gündüze ulaşılmıştır. 
Nasıl ki yüz kilometre yukarıya çıkıldığında güneşle karşı karşıya kalındığında her zaman gün¬düz ise  
gönül alemine girdiğin zaman da 
(İsra 17/81)
 “cael hakku ve zehekal batılü” 
hakk cae/cey’e etti geldi ve batıl zehak/hükmü bitti yok oldu
“Hak geldi batıl gitti” 
başka bir ifade ile bu “fecr” batılın gitmesidir. 
Batıl ise senin var zannet¬tiğin aslında hiç bir zaman var olmayan izafi nefsin’dir. 
O gittiği zaman gelecek olan ise güneşli gündüz o da senin özün zatın’dır.
 
 
Ey hakikat yolcusu! 
Yukarıdan beri anlatılmaya çalışılan şey¬leri iyi anlamaya çalışalım. Bunlar bizim gerçek hayatımızın seyir¬leridir. Bir sistemin oluşumu bir gelişimin oluşmasıdır.
Bu sistem oturduktan güneş doğduktan sonra kemale erilmiş meyve olmuş oluyor. 
Tekrar o meyvenin seyrini baştan anlatmaya gerek kalmıyor çünkü yaşanmış oluyor. 
Neticede ise sonradan bunları başkalarına yaşatmak gerekiyor sonra tekrar tohum oluyorsun tekrar toprağa giriyorsun onlarla birlikte tekrar seyrini sürdürüyorsun.
 
İşte şu üç satırlık kısacık bir süre içerisinde Cenab-ı Hak bü¬tün kemalatı ortaya getirmiştir. 
İnşallah hepimiz bunların idrakinde olalım ve en iyi şekilde anlayanlardan olalım.
 
Özetlersek biz Ku’ran-ı Keriym-i Kadir gecesi yani mübarek bir gecede indirdik. Bu mübarek gece bizim için kendi gerçek varlığımızı idrak ettiğimiz gecedir. 
 
Cenab-ı Hak bizim eski birliğimizden çıkıp nefsaniyetimizden kurtulduktan sonra o gönüle te¬celli etmeye ve ilham yoluyla Kur’an’ını indirmeye başlıyor. 
 
Kur’an-ı Keriymin inmeye başlaması melekler ve ruh vasıtasıyla Cebrail vasıtasıyla oluyor 
ve kim ki bunu idrak ederse Kadir gecesini idrak etmiş oluyor.
 
İşte İslam dininin özelliklerinden güzelliklerinden bir tanesi de bu ki kim bunları idrak ettiyse daha dünyada iken Hak sev¬gilileri arasında oluyor. Sadekallahulaziym...
 
Not: Hatırasına ve mevzu ile ilgisine binaen Nusret Babamın 1963 senesi Ramazanının Kadir gecesinde yazmış olduğu münacatını da ilave ediyorum. Allah c.c. fcyzinden nasibdar eylesin.
 
 
Ramazan 27 1963
KADİR GECESİ MÜNACAAT
(Nusret TURA)
 
Ey alemleri yaratan Rabbimiz; Ey azameti şani şerefi kudreti kuvveti lütfu keremi...sonsuz olan sevgili ALLAH’ım;
 
Seninle konuşabilmek için aczimi itiraf ederek nefsimi hakir görerek ve göstererek söze başlayacağım. Cehennem devrim geçti yine oralara düşerek yanmak istemem.
 
Senin sonsuz sıfatlarını her kulun biliyor. Bilmeyenlere de ya¬kın zamanda bildireceksin. Bu sıfatlar da cennete açılan kapılar¬dır.
 
Nusret kulun cennet kapısında da değildir. Zatının deryasında yüzmek istiyorum. Senin aşk ateşinle yanmak istiyorum. Pervanenin en son çare olarak kendisini ateşe atması gibi yanmak isliyorum. Çok şükürler olsun sana; yanıyorum da beni hiç bir alem tatmin edemez oldu. Bende ibadet takati da kalmaz oldu; çünkü zatının ismi isimlerin en güzeli ve en derin manalısı; “ALLAH” diye seni aradığım zaman gönlümden doğan bir nur parmaklarımın ucuna kadar yayılıyor. Topraktan olan varlığımı nur kaplıyor. Bütün hislerim kuvvetlerim ihtiraslarım iptilalarım eriyor yok oluyor.
 
Senin emirlerin; varlığını bilen sana ibadet ederek avuç açan kulların içindir akıl sahiplerinedir; bende o zaman “ben ben” diyecek bir varlık kendisini sana nisbet edecek bir akıl kalmadı ki ağzım azalarım hareket edebilsin. İşte bu mübarek Kadir gecesi kainat duvarının üzerine asılmış olan Nusret isminde köhne bir elbisem vardı; Sen o elbiseyi sırtına geçirdin. Bu gece tebdili kıyafet ederek geziyorsun. Sen bütün nurunlaı bütün varlığınla bütün rahmet ve şevkatinle bende gözüktün.
Ben de isterdim ki di¬ğer mü’min kardeşlerimin gibi arabalar içinde şehrin bütün camilerini dolaşayım. İftarı bir camide akşam namazını bir diğerinde yatsı ve teravih namazlarım bir üçüncü camide eda edeyim. Bu aciz kulun ne yaptı. Tabii bilirsin erkenden yattı hem yatsısını ev¬de eda ederek.
 
Herkesin bütün gece yorulup da uyuklar halde oldukları bir zamanda sabahın saat ikisinde kalktım huzuruna durdum. Bu sa¬at Aşıkla Maşuk’un naz ve niyaz saatidir. Bu saat mahremlerin sevgililerin seviştikleri saattir. Bu saat nusret saatidir.
 
Beni sana götürecek deveyi dinlendirdiğim saattir sonra yola sürdüm. Camilerde yer yer evlerde ışıklar vardı. Kulların bütün gecenin yorgunluğuna mukabil el kaldırmışlar bir çok şeyler isti¬yorlar. 
 
Sevgili ALLAH’ım onlara istediklerini ver hazinede hepsini memnun edebilecek şeylerin hepsi fazlasıyla mevcut. Onlar yal¬varıyorlar ağlıyorlar 364 gün gaflette ve günah kirlerine bulandıkları için ağlıyorlar.
 
Ver ALLAH’ım onlara ver! Affet onları sevgili Rabbim: günah defterleri mi doldu? Ateşe at insanları değil. Defterlerini at onları yak. Onların dilediklerini de verince sen de rahat olursun Nus¬ret kulun da. 
Nene lazım ya Rabbim sana sevgisini arz etmek için huzuruna can atan Nusretinin yüzüne bak.
 
İşte birkaç saat sonra sabah olacak. Kadir gecesini ihya eden¬ler uykuya dalacak gaflet ehli yine “vazifemi yaptım Rabbime yal¬vardım belki bu gecemi bin aylık ibadele muadil tutacak” diye memnun ve müsterih olarak tekrar eski hayatlanna devam ede¬cekler.
 
Fakat ya Rabbim senin Nusret kulunun bütün sene seninle buluşmadığı sabah yok ki. Hatta beşeriyet yükü az olduğu zaman huzurundan ayrıldığım zaman yok.
 
“Ey benim Nusret kulum; Sanki Muhammedimin sevgisiyle meşbu bulunuyorsun. Onun sevdiklerini ve onu sevenleri ben de severim. Bu mütekabil sevginin temeli de kullukta kemale ermektir. Yokluğa uçmaktır.”
“Benim zatıma olan muhabbetten gayrı yarattığım şeylerden herhangi birisine muhabbet: beni unutmak ve gaflete düşmektir. Her şeyi sizin için yarattım fakat muhabbet ve aşk bana mahsus¬tur. Gönül evini bana tahsis ederek masivayı oradan çıkaranlar¬dan ben de kulluk perdesini kaldırırım.”
“Kullanma bak yanıma gel Muhammedimin ümmetini temaşa edelim. Gözünden perdeni aldım sırtından kulluk elbiseni çı¬kardım. Sana görmek ve söylemek kabiliyetini verdim. Benimle basirsin vekilimsin!”
 
“ALLAH’ım! Sevgili Rahbim: neler görüyorum? Madem ki söy¬lememe de müsaade ettin ben de söyleyeyim ki bleni dinleyen kulların da aynı yoldan gelsinler. Ben senin huzurunda ibadetle meşguldüm şimdi yanında bulunuyorum. Ağlayanlar sızlayanlar pır pır kalbi atanlar alev alev ciğerleri yananlar müteessir olmasınlar ki sen onlarla da berabersin.
 
Ya Rabbim utanıyorum! Kıble olarak tanınan Ka’be-i şerifle siyah örtünün içindeyim. Bütün başlar bize eğik bütün gözler yaşllı yaşsız bize bakıyor. ALLAH’ım; bana neler oluyor? Özümden sinemden gönlümden vücudumu yakmıyan bir ateş doğuyor. Hayır! bu ateş değil; vücudumu istila eden bir nur nurdur. Bize bakanlara aşk ve şevk saçan bir nur. Masiva aşkını yaktı benliğimi yaktı bütün efkarımı yaktı.
 
Ben zat olarak mı kaldım? İlmin ve aklın ta kendisi olarak mı kaldım göz ve idrak nuru olarak mı kaldım? Ah. Aman ya Rabbim eriyorum eriyorum nerede ise cehennemi söndüreceğim Hatta hatta cenneti de!
 
“Kellümini ya humeyra ”  Mealen: “konuş bana ey Hümeyra” (Hadis)
 
Estağfurullah Estağfurullah 
Eûzü bike minke ya ALLAH.
 
ALLAH ALLAH ben nerede idim? Büyük bir kalabalık ellerini açmışlar ağlıyorlardı. Onlara islediklerini verdim sevindiler. Gittiler evet onlar gittiler ben yine onlarla kaldım. Evet ben onun elbisesi oldum evet o benim içimden doğru kaynadı. Beni eritti evet evet bayıldım veya tam diri oldum hayatın da ta kendisi lü tuf ve keremin ta kendisi isimleri sıfatları Zatının deryasında gaip oldum.
 
 
Cehennem yakmaz oldu. Cennet de gözümden silindi. Evet evet ahir zaman velisi evet son velilerden hayır bir kaç tane daha var. Sözlerimi melek İsrafilin Sur’u gibi ve isa peygamberin sözleri gibi diriltici hem de ölüleri diriltici sözler. Taşlara topraklara hayat veren sözler. “Biz de sizdeniz” diyorlar.
 
Evet inbisat (genişleme hali) katreye verilirse “deryayım” der. Evet inbisat (genişleme hali) zerreye verilirse “güneşim” der.
 
Arifler de dudak bükerler yalanlamazlar çünkü her şey aslına gidiyor. Kainat onun şerefine yaratıldığı halde “ben de sizin gibi bir beşerim. Fakirlikle iftihar ederim” diyen Rabbimizin ilk sevdiği elbise beşer libası fakirlik sıfatı sırtından hemen hemen hiç çıkarmadığı elbise.
 
Şeriat Hak’ka giden yoldur. O onu tanzim etmiş şekillendir¬miş. Aşk hayatı; bu varlık yolundan bambaşka bir yol. İkisi bir  arada görünmüşse de idrak farkı birini şah diğerini kul yapar.
 
Biri varlığı nizama sokar diğeri yokluğa kanal açar. İkisinin de birleştikleri noktada bir nur peyda oluyor harem sarayı vahdete giriliyor fakat bu giriş herkes için değil onun için fahri alem Efeendimiz aşk alemini Mevlana Celalettin ağızından anlatıyor.
 
Ne çıkar? Onun söylediği kapalı geçtiği sozleri de Nusrete söyletiyorlar. İsrafilin hayat üfüren Sûrunu Nusrete vermişler. Olur ya buna “Alem-i Huzur” “Alem-i İmkan” derler. Yok yok olmaz olmaz demek Ramazan şerifin 27.ci Kadir gecesinde herkesi bir sırra erdirip kadir ve kıymelini bildiriyorlar. 
Fakat sevgili okurlarım:
365 geceden bir gece olan Kadir gecesini yakalamak islerseniz o bir tek geceye güvenmeyiniz. Çünkü inhisar yoktur. Aşık olmak huzura kabul olduğuna itimat edinceye kadar seneleri de¬vir etmek lazımdır.
 
İsmi Azam Cenab-ı Hak’kın isimlerden birisidir. Bunu bilen bulun imkanlara sahip olur. Fakat o İsmi Azamı kendinde tahak¬kuk ettirmeyi şart koşmuşlar buna muvaffak olanlar da tam bir feragat halindeler. Gözleri sevgiliden başka bir şey görmez onu görenin de dili tutulur göz olarak kalır. Rabbimin izniyle bu çok kıy¬metli sohbetimiz de burada son bulsun surette bayramı idrak için beşeriyet libası giyelim tevkif ALLAH’dan’dır...
 
09/03/1994 Kadir gecesi
 
K A D R İ N İ  K I Y M E T İ N İ   B İ L
 
Ramazan geldi kardeş geçiyor
Günler hep birer birer eriyor 
 
Oruçlar yolu tuttu gidiyor  
Ramazanın kadrini kıymetini bil.
 
Kadir gecesi hayırlı bin aydan  
Sende al hemen bu büyük paydan  
Hak’ka varırsın belki bu yoldan  
Kadir’in kadrini kıymetini bil
 
Bayrama ulaşınca bir gün  
Günahlar mutlak olur sürgün  
Hayatını yönlendir düzgün  
Bayram’ın kadrini kıymetini bil.
 
Kadir gecesinde indi Kur’an  
Okuyunca bulursun kurb’an  
Kur’an’sız geçen günlere yan  
Kur’an’ın kadrini kıymetini bil
 
Nehi’den sana’da var rahmet  
Ne olur onu incele bir zahmet  
Hayalinde her daim yadet  
Peygamber’in kadrini kıymetini bil
 
Rabbine yönel artık güzelce  
Hani söz vermiştin ezelde  
An O’nu durmadan her yerde  
Rab’bının kadrini kıymetini bil
 
Ömrünü harcama boşuna  
Geldin acaba kaç yaşıma  
Belki sonuç gitmez hoşuna  
Ömrünün kad’rini kıymetini bil
 
Kendini biraz tanı önce  
Düşün düşün her dem güzelce  
Pişmanlık içine işleyince  
Kendi’nin kadr’ini kıymetini bil
 
İlmi ledünni’ye yönel  
Verir sana tuttuğun el  
Haydi gönül alemi’ne gel  
Dünya’nın kadr’ini kıymetini bil.
Dünya’da vaktin nasıl geçiyor  
Günlerin birer birer eriyor  
Haydi Rab’bın seni bekliyor  
İlminin kadr’ini kıymetini bil.
 
Nefsini iyi tanı bu günden  
Neler çıkar beden gömleğinden  
Haber iste mana alemi’nden  
Nefs’inin kadr’ini kıymetini bil.
 
Nefes’ini iyi kullan her an  
Boşa geçen nefes’lerine yan  
Gayret et dayan da dayan  
Nefes’inin kadr’ini kıymetini bil.
 
Zikrullah ile çok meşgul ol  
Ondan geçer Hak’ka giden yol
İstikamet düz deme sağ sol  
Zikr’inin kadr’ini kıymetini bil.
 
Namazda Mi’rac eyleyiver  
Beş vakle’de değer ver değer  
Güzelce devam edersen eğer  
Namaz’ının kadr’ini kıymetini bil.
 
Necdeti bigane gördün belki  
Rab’bından ayrı değildir bilki  
Dünyadan ayrılmadan gel görki  
Necdet’in kadr’ini kıymetini bil.
 
Necdet ARDIÇ
 
 
SOHBET TARİHİ 
9-NİSAN – 1997 
ÖZET
 
A L T I N C I   B Ö L Ü M 
RAMAZAN  KURB’AN BAYRAMI
 
Euzü billahi mineşşeytanirraciym 
Bismillahirrahmanirrahiym 
 
“Rabbi zidni ilma”
 
elhamdü lillahil Rabbil alemiyn  
vessalatü vesselami ala Rasulina Muhammedin 
ve ala alihi ve eshabihi ecmain 
 
Bu gün 09/04/1997 Çarşamba akşamı Kurb’an bayramının yaklaşması dolayısıyle inşaallah mevzuumuz Kurb’an hakkında olacaktır.
 
insanlar ilkel kavimlerden eskilerden bu günlere kadar türlü vesilelerle kurb’an kesmektedirler.
 
Kur’an-ı Keriym’in ifadesiyle ilk kurb’anın Adem (as)in oğulları arasında yapıldığını öğreniyoruz. 
Şöyleki; (Maide Suresi 5/27 ayetinde) 
vetlü aleyhim nebe ebney ademe bil hakkı 
iz karreba kur¬banen fetükubbile min ehadihima 
ve lem yütekabbel mine’l ahari
ve hakk ile ademin iki (2) ebniy/beniy/oğlu nebe/haberini 
onların/kendilerinin üzerlerine etla/tilavet et oku   
vakta (hani) ki kurban olarak karreb/kurban etmişlerdi
artık/hemen o ikisinin ehad/birisinden tekubbil/kabbel kabul edilmişti
ve ahar/ötekinden tekabbel/kabbel kabul edilmemişti
“Ey Muhammcd! Onlara Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat ikisi birer kurban sunmuşlar birininkı kabul edilmiş diğerininki kabul edilmemişti”
 
Kısaca belirtilen bu hadise hakkında dileyen kaynaklardan geniş bilgi alabilir yeri olmadığı için biz teferruatına girmiyoru/
Daha sonra tarih sahnesinde İbrahim (as) kurb’an hadisesini görüyoruz.
 
(Saffat Suresi 37/100-111 ayetlerinde) 
 
febeşşernahü bigulamin ha¬liymin  (101)
felemma beleğa me’ahü’s ¬sa’ye 
kale ya büneyye inniy era fiy’l me¬nami 
enniy ezbehuke fenzur maza te¬ra 
kale ya ebetif’al ma tu’merü 
setecidüniy inşaallahü mine’s sabiriyne  (102)
felemma eslema ve tellehü li’l ce¬biyni (103)
ve nadeynahü en ya ibra¬hiymü (104)
kad saddakte’r rü‘ya inna kezalike necziy’l muhsinıyne (105)
inne haza lehüve’l belaü’l mübiynü (106)
ve fedaynahü bizibhın ‘azıymin (107)
ve terekna ‘aleyhi fiy’l ahıriyne (108)
se¬lamün ‘ala ibrahiyme (109)
kezalike necziy’l muhsiniyne (110)
innehü min ‘ıbadine’l mu’miniyne (111)
 
bu halde haliym/hilm  gulman/gılman genç delikanlı ile 
beşşernahü/onu/kendisini beşşer/müşdeledik  (101)
me’ahü/onun/kendisinin maiyeti (beraberce)  say/koşmaya  
artık ne zaman ki beleg/baliğ oldu (erişti ulaştığında)
dedi ki ya büneyye/oğlum 
inniy/kesin ben menam/nevm/uykumda era/rüyet görüyorum
inniy/kesin ben seni ezheb/zebeh/boğazlıyorum  
artık/hemen maza/ne era/rüyet görüyorsun  enzur/nazar et bak
dedi ki  ya ebe/baba ef’al/fiil yap emir olunduğunu   
Allah dilerse sabiriyn/sabırlılardan beni vücud edecek/bulacaksın (102)
bu halde ne zaman ki eslem/teslim oldular  
ve cebiyn/alnı şakağı  için
tellehü/onu/kendisini tele/yıktı (yatırdı düşürdü) (103)
ve “Ya İbrahim” diye nadeynahü/ona/kendisi nida seslendik (104)
gerçekten rüyayı saddak/tasdik doğruladın
inna/kesin biz kezalik/keza böyle muhsinlere ceza karşılık veririz (105) 
inne/muhakkak haza/bu elbette “hüve” mübin bela/imtihan (106)
ve azim/azametli zıbh/kurbanlık ile 
fedaynahü/ona/kendisini feda/fidye verdik (107)
ve ahıriyn/sonrakiler diğerleri içinde/hakkında
onun üzerine biz terk/bıraktık  (108)
İbrahim  üzerine selam (109)
kezalik/keza böyle muhsinlere ceza/karşılık veririz (110)
innehü mümin ibad/abd/kullarımızdan (111)
 
“Rabbim! Bana iyilerden olacak bir çocuk ver” diye yalvardı. 
Bizde ona yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik. 
Çocuk kendisinin yanısıra yürümeye başlayınca: 
“Ey oğulcuğum Doğrusu ben uykuda iken seni boğazladığımı görüyorum bir düşün ne dersin?” dedi. 
“Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap. Allah dilerse sabredenlerden olduğumu goreceksin” dedi. 
Böylece ikisi de Allah’a teslimiyet gösterip babası oğlunun alnı üzere yatınnca 
Biz: “Ey İbrahim! Rü’yayı gerçek yaptın işte biz iyi davrananları böylece mükafatlandınrız” diye seslendik. 
Doğrusu bu apaçık bir deneme idi.
 Ona fidye olarak bir kurban¬lık verdik. 
Sonra gelenler için de “İbrahim’e selam olsun” diye ona iyi bir ün bıraktık. İşte iyileri böylece mükatatlandırırız. Doğrusu o inanmış kullarımızdandı.
 
Yukarıda bahsedilen ayetleri çok iyi değerlendirmemiz lazımdır. 
Daha evvelki sohbetlerimizde İbrahim (as)ın kurb’an hadisesini oldukça geniş şekilde işlemiştik yeri olmadığı için burada kısaca değineceğiz.
 
Rü’yalar misal aleminden gosterildiğinden misaller ile ifade edilmektedir. Çok az rü’ya gösterildiği gibi tahakkuk eder. Diğerlerinin tabire ihtiyacı vardır. Bu yüzden rü’ya tabiri çok derinlik isteyen bir ilimdir. 
 
İbrahim (as)in dahi rüyası misal ile idi. 
Eğer gerçekten Cenab’ı Hak İsmail (as)  kesilmesini murad etse idi onun yerine koç indermezdi. Aslında Cenab-ı Hakk’ın muradı koçun kesilmesi idi. 
İnsan yani oğlu suretinde gösterilmesi her ikisinin de imtihanlan içindi.
 
İbrahim (as) İsmail (as)ın boynuna vurduğu bıçak kesmeyince yanda duran taşa vurmuştur o zaman taş kesilmiştir. 
Bıçak aynı bıçaktır madde şekil değiştirmiş et taş; taş ise et olmuştur. 
Bu hadise ise niyetlerin halis olmasından meydana gelmiştir.
Ve orada İbrahim (as) İsmail (as)a bıçağı vurduğu zaman bütün benlik nefsaniyet ve sahiblik özelliklerinden soyunmuş halde idi.
 
Bütün varlıkta “Tevhid’i ef’al” i (fiillerin birliğini) bunların da Hakk’ın fiillerinden başka bir şey olmadığım müşahede ettiğinden bıçağı o mahalle vurabilmiştir.
Eğer kendisinde çok az bir miktar dahi babalık evlatlık benlik merhamet duyguları olsa idi eli kalkmaz bıcağı vuramaz idi O anda o boyun her hangi bir eşyadan farksız idi.
 
İşte bu hadise de bizler için “Tevhid-i efal” mertebesi itibariyle büyük ibretler vardır. 
 
Aynı İbrahim (as) ile İsmail (as) bir gün gelecek Ka’be’nin duvarlarını yükseltmeye başlayacaklardır. 
Bakıniz (Bakara 2/127ayet)
ve iz yerfe’u ibrahiymül kava’ıde minel beyti ve isma’ıylü
rabbena tekabbel minna inneke entessemiy’ul aliymü
ve ibrahim ve ismail beyt/evden kavaid/temelleri (düsturları)
vakta (hani) ki erfe’u/refiğ yükseltiyorken
bizim rabbimiz minna/bizden tekabbel/kabul eyle
inneke/kesin sen ente/sen  işiten/duyansın alim/bilensin
127. Hatırla ki. İbrahim Beytullah'ın temellerini İsmail ile beraber yükseltiyor ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur şüphe yok ki sen işitensin ve bilensin diyordu
 
Bu gün Hacılar hacca gittiği vakit o hadiselerin geçtiği yerler de gereken fiilleri yaparlar. Kurb’an kesmek daha o günlerden bizlere kalan bir sünnettir.
 
Şimdi yavaş yavaş Kurb’an bayramına gelmeye çalışalım.
 
(Maide Suresi 5/95) 
ya eyyühelleziyne amenu la taktülüssayde ve entüm hurumün 
ve men katelehü minküm müte’ammi¬den 
fecezaün mislü ma katele mine’n ¬ne’ami
ya eyyühe/o iman edenler 
ve entüm/siz hurum/ihramlılarsınız iken sayd/avı katletmeyin
ve sizden müte’ammid taammüd/kasten olarak
kim ki katelehü/onu/kendisini katletti   
artık katl ettiği/öldürdüğü ne’am/enam hayvandan
misli/benzeri ceza/karşılık/keffaret olur
“Ey iman edenleı İhramlı iken avı öldürmeyin. Sizden bile bile onu öldürene ehil hayvanlardan öldürdüğü kadar ceza/keffaret vardır.’
 
Bilindiği gibi Hacc’ın rükünlerinden olan ihram’a girmek ha¬cıı namzetlerine bazı kısıtlamalar getirmektedir. 
Bunlardan biri de canlı hayvan öldürmemektir. Ancak kurb’anlar kesildikten sonra bu kısıtlamalar da kalkmaktadır.
 
İhram iki parça beyaz havlu kumaştan oluşan bir örtüdür. Biri bedenin altına birisi de üstüne örtülür ve Arafat’a bu kıyafetle çıkılır.
 
İhram ve Arafat yaşamı mana alemine ait bir yaşam ifadesi olduğundan beşeri faaliyetler kısıtlanmıştır. 
 
Arafattan Minaya ora¬dan şeytan taşlamaya gittikten sonra ancak kurb’an kesilir böy¬lece mana aleminden tekrar beden alemine gelinir ki ondan sonra da av yasağı kalkmış olur.
 
(Kevser Suresi 108/1-3 ayetlerinde) 
inna a’taynakel kevsere (1)
fesalli lirabbike venhar (2) 
inne şanieke hüvel ebterü (3) 
inna/kesin biz kevseri  sana a’ta/ita/ihsan ettik sunduk lutfettik (1)
artık/hemen senin rabbin için/diye salle/salat namaz kıl 
ve enhar/nehar/nahr et kurban kes/boğazla (2) 
inne/kesin sana şen/kin buğz adavet eden  “hüve” ebter/soyu kesik (3)
“Ey Muhammedi doğrusu sana Kevser’i verdik öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurb’an kes. Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan sana kin tutan kimsedir.”
Şimdi: Belirli gecelerdeki belirli idrak yaşantılarından sonra  
- yani kişinin evvela Regaibini idrak elmesi  
- sonra Mevluduyla ma¬nevi doğumunu yapması. 
- Ondan sonra eline ber’atını alması. 
- Ondan sonra Mi’raca yükselmesi  
- sonra Kadrini kıymetini bilmesi. 
- Ondan sonra da Ramazan bayramını yapması onun için büyük başarıdır.
 
Ramazan hayramına “şeker” bayramı denmektedir aslında o yukarıda kısaca belirtilen özelliklerin yaşanmasına sebeb olduğundan “şükür” bayramıdır.
 
Cenab-ı Hak gerçekten “Hakikat-i Muhammedi” üzere olan Muhammedilere neler bahşettiğinin şükranesini yapmış oluyoruz ve bunun neşesini yaşamış oluyoruz.
 
Ramazan bayramının birinci gününün sabahında bayram na¬mazı vardır  
bu namaz iki rek’at’tır ve hcr rek’atinde dokuz tekbir vardır.
 
İki rekat olması bu hakikatlerin zahir ve batın yaşanması. 
Tekbirlerin dokuz-dokuz  (9+9) on sekiz (18) olması on sekiz bin alemin seyrinin ifadesi içindir.
 
Kişi Ramazan bayramı ile birlikle bu alemleri seyretmiş olduğunu belirtmiş olmaktadır.
 
Eğer bayram namazı farz olmuş olsaydı bütün müslümanlardan bu “seyri sülük” (hakk’a yolculuk) istenmiş olacaktı. 
 
Vacip olması farz-ı kifaye gibidir. Bazı insanlar bu yolculuğu tamamladikların-da diğerlerinin yolculukları da onların şahsında izafi olarak yapılmış kabul edilmekledir.
 
Nasıl ki bayramı bütün insanlar yaptığı halde aslında gerçek bayramı yapan kimselerin ne kadar az olduğunu görmekteyiz.
Diğer insanlar gerçek bayramı yapan kimselere suret ve şekil olarak benzediklerinden bu benzeyiş yolundan bayramlarını da “bayrama benzer bayram” gibi yapmaktadırlar.
 
İnsan-ı Kamilin yaptığı bayram ile diğerlerinin yaptığı bayram arasında kıyas edilemeyecek farklar vardır yaşayan bilir bu halleri çok iyi düşünmemiz lazım gelmektedir.
Aşıklardan birisi:   “Bayram ol gündür bana kim 
 Göz göre didarını (yüzünü) 
 Görmesem bir gün seni 
 0l kara gündür bana.”   Demiştir.
İşte Ramazan bayramına ulaşan kişi seyrini tamamlamış Cemal-i İlahiyi müşahede etmiş ve Cemal tecellisi içerisinde hayatını sürdürür hale gelmiş olmaktadır.
 
Ramazan bayramı ile Kurb’an bayramı arasında ki fark  
Ramazan bayramının Cemal tecellisi Cemali tecelli. 
Kurban hayramınin ise Celal tecellisi Celali tecelli olmasıdır. 
Biri yumuşak; biri sert zuhurludur kanlı bıçaklıdır.
 
Bir ömrün yaşantısı bir senedir yani ilk bahar yaz sonbahar kıştır daha başka mevsim yoktur. 
Diğer seneler birbirinin aynı¬dır. Bu sebepten her sene bir “seyri süluk” (Hakk’a yolculuk) hük¬mü gerçekleştirilmektedir.
 
Senenin yedi ayı “ettur-u seb’a” “yedi mertebe nefis turu” 
Üç aylar “ef’al esma sıfat” mertebeleri. 
İki bayram arası ise Zat ve İnsan-ı Kamil mertebelerinin karşılığı olan yaşam sürelerinin ifade¬leridir.
 
Her sene bunların tekrar ettirilmesi gaflete düşmemek içindir.
Fakat ne yazıkki bu hakikatlerden gafil olduğumuz halde ne yaptığımızı bilmeden taklidi bayramları tekrarlayıp durmaktayız.
 
Gerçekle ise: Hakikati itibariyle Ramazan bayramını idrak ederek “Baka billah”a “Hakk’ta baki olmak” eren bu kimsenin bu yaşantısını çevresinde bulunan taliplerine de ulaştırması gerekmektedir.
 
“Baka billah”tan tekrar dünyaya manen görevli olarak gönderilen kimse kabiliyetli olanları elinden tutup Hakk’a doğru yolculuğa çıkarır ve onların da kemale eemelerine vesile olur.
 
Ramazan bayramında Cemal tecellisi zuhur ediyorken  
Kurban bayramında ise Celal tecellisi zuhur etmektedir. 
 
Bu kapıdan geçmek için kişi nefsini kurb’an etmesi gerekmektedir. Bu oluşumuı kişinin kendi kendine uygulaması mümkün değildir daha evvelce bu yollardan geçmiş birinin rehberliğine ihtiyaç vardır ve Celal tecellisi gerekmektedir.
 
Eğer İbrahim (as)in oğlunu kesme hadisesi olmasa idi hiç biı mürşit dervişinin “nefsi emmaresi”ni kötülükleri çok emreden içindeki gücü  ortadan kaldıramazdı.
 
İşte Cemal tecellisi ile zuhura gelen “Cemal-i İlahi”nin ikramı için Celal’e ihtiyaç vardır çünkü “zül Celali vel ikram” dır. Zat-i ikramı Celalinden zuhur etmektedir.
 
Nefsi emmarenin levvamenin yumuşaklıkla ortadan kaldırılamıyacağı bilinen bir gerçektir. 
 
Dolayısıyla nefsine karşı biraz şiddetin ve Celalin gereği ortadadır. Bu lüzumun ifadesi olarak Kurb’an bayramında suret ve madde olarak bu kurb’an’lar kestirilmekte-dir.
 
İşte biz o hayvanın başını kesmekle kurb’an ettik zannediyoruz. 
Hayvan gitti ortadan; canını veren o biz ne verdik? “para!” para verdik para tekrar bulunur fakat can bulunmaz. 
Acaba o kadar kolay mı bu işler? İşte bu suretle kesilen kurb’an’lar manadan kesilen kurb’an’lar hükmüne girmektedir.
 
Bir fiilin zahirde tahakkuku olacak ki oradan batınına intikal etsin. 
Nefsi emmarenin levvamenin kurb’an edilmesi; zahirde olan bu işlerin batını ifadesidir.
 
Nasıl ki İbrahim (as)’a nefsinden yani kendinden meydana gelen çocuğunun kesilmesi ifadeli olarak bildiriliyorsa bir dervişin de kendi varlığından meydana gelen duygularını yani çocuklarının kesilmesi gerekiyor. 
İşte bu duygular bıçakla kesilemiyecegi için İbrahim (as) İsmail (as)’a bıçağı vurduğunda kesemeyişi ayrıca bu gerçeğe de binaendir. 
Aynı bıçak taşı ve gelen koç’u bir vuruşta kesmiştir.
 
Kişi nefis terbiyesi ile seyrini sürdürmeye devam ettiğinde “emmare”den “levvame”den “mülhime”nin bir kısımı olumsuzluklarından kurtulursa bundan böyle nefsini ilah edinmesi mümkün değildir. 
 
Eğer kişi içindeki bu eksi güçlerden kurlulamazsa o za¬man nefsi onun ilahı olur farkında bile olmaz. 
Bu durumdan kurtulmanın yolu nefsi duyguları kurb’an etmekten geçmektedir. Bu oluştuğu zaman onun Rabb’ı “Rabb’ul erbab” (Rabların Rabb’ı) olur. 
İşte kim Hak yolunda kendi nefsini kurb’an etmezse o nefis ona ilah olmaktadır.
 
Buluğ çağına doğru kişinin birimselliği oluşmaya başladığı zaman dünyaya meyil başlar. Benlik mal toplama sevgisi karşı cinse ilgi duyma üstün olma isteği ihtiraslar bencillikler artmaya başlar. 
 
İşte bunlar kişinin kendinden meydana geldikleri için düşüncede ve fiilde çocukları hükmündedir. 
Bunları oluşturan ana güce “nefsi emmare” denmektedir.
 
İşte dervişlik süresinin başlarında bu güçlerin kurb’an edilmesi gerekmekledir. Ancak insanda daha başka güçler de vardır. Onların faaliyete geçmesi de “veled-i kalb” “kalbin oğlu” ifadesiyle yerini bulmaktadır.
 
Ramazan bayramının üç gün olması! 
Birinci gün ilmel yakıyn. 
ikinci gün aynel yakıyn. 
Üçüncü gün ise Hakk’al yakıyn olarak müşahede edilmesinin ifadesidir.
 
Kurb’an bayramının dört gün olması;
“Şeriat Tarikat Hakikat ve Marifet” mertebelerinin gerçek yönleriyle müşahede edilmesinin ifadesidir.
- Regaib gecesi ifadesiyle seyr’ine başlayan derviş yani “manevi yolcu”  
- Mevlüd gecesi ifadesiyle gönül evladını faaliyete geçirir  
- daha sonra beratını alır  
- daha sonra Mi’racını yapar  
- daha sonra kadri’ni yaşar  
- daha sonra da “şükür” Ramazan bayramını yapar. 
Bu haller Cemal tecellesidir.
 
Cemal-i İlahi tecellisi içerisinde gark olmuş kemale ermiş kişinin yavaş yavaş öğrenip yaşadıklarım başka gönüllere da aktarması gerekecektir çünkü bu bir manevi görev devir teslimidir. 
Bu devri yapabilmesi için kendisinin “Celal” tecellisine ihtiyacı vardır.
 
Karşı birime fayda sağlamak için bir ifade gerekmektedir. Derviş ilk başlarda yalnız başına “nefs-i emmare”sini yenemez. 
 
İşte daha evvelce bu sistem içinde eğitimini tamamlamış olan bir ehli kemale ihtiyacı vardır ve bu eğitim karşı tarafa bir irade ile aktarılır bu da Celal tecellisidir. 
 
Ancak bu yolda o kişi kendinde ki nefsi duyguları kese kese kurb’an ede ede “Kurbiyyet”e yani Hakk’a yaklaşmağa başlar. 
 
Kurb’an bayramı; 
batını olarak bizlere bunları anlatır. 
Zahiri olarak ise fakir kimselerin et yemesine sebeb olur.
 
Kurb’an bayramı her günü bu oluşumları dört (4) mertebede kemal üzere yaşanması için dört gündür yani 
“şeriat”in hakikatini  
“tarikat”ın hakikatini  
“hakikat”in hakikatini ve 
“marifet”in hakikatini gerçek anlamda yaşamak içindir.
 
Hacı namzedi olan kişi ihramda olduğu zaman süresi içersin de avlanamıyacağı daha evvelce Ayet-i kerime ile belirtilmişti. 
Bunun sebebi  
ihrama girme; hakikatte beşeriyetinden soyunmadır ve İlahi varlığına bürünmedir.
İhram iki parçadır ve üzerinde dikiş yoktur  
dikiş demek bir şeylerin birbirleriyle irtibatlandırılmasıdır. 
Eğer beşeriyet ve nefsaniyet irtibatı bir ömür boyu devam ederse o kimse ne yazık ki gerçek kimliğini bulamaz.
 
İhram giymek için elbiselerinden soyunmak kişinin beşeriyetinden soyunrnası Hakkani varlığı ile kalmasıdır dolayısıyla her şeye Rahman ismiyle rahmet etmiş olması gerekmektedir. 
Bu sebebten herhangi bir şeyi öldürmesi de mümkün değildir.
İhramdan çıkma zamanı geldiğinde bu yasaklar kalkıyor çün¬kü tekrar beşeriyetine dönmüş hem beşeri hemde İlahi kimliği ile yaşamını sürdürmeyi devam ettirmeğe başlamış oluyor.
 
Böylece irfaniyet yollarından geçerek Kurb’an bayramına ulaşan kimse “baka billah” “Allah da baki olma” yaşamını  sürdürmeye devam edecektir.
 
Kurb’an bayramının birinci ikinci üçüncü gününde kurb’an kesilebiliyor fakat dördüncü günü kesilemiyor. 
Çünkü daha evvelce de belirtildiği gibi 
- birinci gün şeriat  
- ikinci gün tarikat  
- üçüncü gün hakikat  
- dördüncü günde marifet mertebelerinin ifadelen¬ilir. 
Ayrı bir yönden bakıldığında  
- birinci gün Ef’al mertebcsi  
- ikinci gün Esma mertehesi  
- üçüncü gün Sıfat mertebeyi  
- dördüncü gün ise Zat mertebesi iradesindedir.
 
Zat-ı mutlak merlebesinde her şey tam bir bütünlük içinde olup farklılık ve zuhur olmadığından fiil de yoktur bu sebebten dördüncü gün kurb’an kesilemez.
 
“Baka billah” “Allah’da baki olma”  
“seyr’i fillah” “Allah’da seyr”  
“Mea Allah” “Allah ile birlikte seyir ”
İşte bu seyrin sonu yoktur bundan sonra da bayram yoktur. 
 
Kurb’an bayramı insan yaşamının ulaştığı en üst düzey irfan mertebesidir. 
Bu olgu her sene tekrarlanmakladır. 
 
O sene içersinde kaç kişi bu irfan ve idrake ulaşmışsa gerçek bayramları ancak o kimseler kutlamaktadırlar diğer insanların fizik olarak onlara benzemeleri benzer bayram yapmalarına vesile olmaktadır ve bu yaşam ömürler bo¬yu şurup gitmektedir.
 
Böylece mühim olan kişinin bu seyr’i idrak edip yaşantısını bu seyr üzere sürdürmesidir. 
 
Kevser suresinin zahir ve batın ma¬nasını idrak eden kimseler bu hakikate ulaşmış kimselerdir.
Bilindiği gibi Hz. Rasullullah’ın mübarek evlatları küçük yaşlarda vefat etmişlerdi. Bunun üzerine bazı kimseler “Muhammed (s.a.v) ebter oldu soyu tükendi” demişlerdi. 
Bu hadise üzerine “Kevser” suresinin indirildiği tefsir kitaplarında açık olarak bildirilmiştir daha çok malumat isteyenler ilgili bölümleri inceleyebi¬lirler.
 
(Kevser Suresi 108/1-3 ayetlerinde) 
“inna a’taynakel kevsere” (1)
“fesalli lirabbike venhar” (2) 
“inne şanieke hüvel ebterü” (3) 
inna/kesin biz kevseri  sana a’ta/ita/ihsan ettik sunduk lutfettik (1)
artık/hemen senin rabbin için/diye salle/salat namaz kıl 
ve enhar/nehar/nahr et kurban kes/boğazla (2)
inne/kesin sana şen/kin buğz adavet eden  “hüve” ebter/soyu kesik (3)
“Ey Muhammedi doğrusu sana Kevser’i verdik öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurb’an kes. Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan sana kin tutan kimsedir.”
 
İbrahim (as)in oğlunun kurb’an edilmemesi  
Peygamberlik sü¬resinin sona ermemiş olmasından bu seyr’in zahir ve batın de¬vam etmesi lazım geldiğindendir.
 
Hz. Rasullah’ın oğullarının küçük yaşlarında ukba alemine alınması ise
Peygamberlik zincirinin sona ermiş fakat batını velayetin Hz. Peygamberin manevi gönül evlatları tarafından kıyamete kadar devam ettirilmesi lazım geldiğindendır. 
 
Bu sırrı anla¬yacak durumda olmayan bazı kimseler Hz. Rasullulah’a “ebter” yani “çok beter oldu nesli tükendi getirdiği din de sona erer” de¬diler.
 
İşte bu hadise üzerine nazil olmuş olan “Kevser” süresi bizlere çok şeyler anlatmaktadır. 
İlk bakışta nüzul sebebinin nesil ile ilgili olduğu halde neden acaba 
 “inna a’taynakel kevsere” (1)
inna/kesin biz kevseri  sana a’ta/ita/ihsan ettik sunduk lutfettik (1)
 “Biz sana Kevser-i verdik” diye başlıyor? olmasını ve devamını çok iyi bir araştırma yaparak idrak edip yaşamımıza intikal ettirmemiz gerekmektedir. 
 
“inna” “Muhakkak ki biz” 
“a’taynake” “sana biz verdik”    
neyi? 
“el kevser” “Kevseri verdik” 
Bakın buradaki hitabın zat ve sıfat mertebesinden olduğunu görmekteyiz zat-ı mutlak sıfatları itibariyle lütufta bulunmaktadır bu insan oğluna yapılan lülufların en üst merlebelerindendir; “Zat-i tecelli”dir.
 
 
Acaba gerçek anlamda nesil hadisesiyle ilgili olarak verilen “Kevser” nedir? 
Bunu daha iyi anlamamız için önce harfleri itibariyle incelememiz gerekmektedir.
 
 “Kevser”  kelimesi
()   “kef” “Kelamı İlahi” veya “kün/ol” hükmünde¬dir.
() “vav” “varidat-ı İlahi” İlahi lütuf ve ihsan
() “se” sena/övgü veya “sevb” elbise/giyilecek şey
“se” nin üç noktası; 
“ilmel yakıyn aynel yakıyn hakkel yakıyn” mertebeleridir.
() “rı”   “rahmeti ilahi” İla¬hi rahmettir.
Bu oluşmuşlar Kevser lafzının içinde mevcuttur ve kime ki Kevser verilmiştir bu hakikatleri idrak eden o olmuştur.
 
Kelamı ilahinin lütfedilişi
Varidat-ı İlahinin insan-ı ile övülmesi muhabbet elbisesinin giydirilmesi Rahmet-i İlahihin lecellisi ile gark olup “Kevser”in hakikatine ulaşan kimselere ne mutlu.
 
Dini kitaplanmızın ilgili bölümlerinde Kevser’den iki türlü bahsetmişlerdir: 
Birinde kevser bir havuzdur mahşerde müslümanlar oradan birer bardak içecekler ve susuzluk çekmeyecekler¬dir. 
İkincide ise Kevser Cennette bir nehirdir demişlerdir  
ki ikisi de doğrudur yani hem mahşerde hemde cennette zuhur yeri var-ılır. Bu zahir yönü itibariyledir.
 
Birde batıni yönü vardır ki: Biz bunu da incelemeye çalışalım. 
Batini yönden baktığımızda da “Kevser”in gerçekten kişide meydana gelen hem bir “Havuz” ve hemde bir “nehir” olduğunu görmekteyiz.
 
Kişi belirli çalışmalarıyla zaman içersinde kendinde vahdet bilgilerinden meydana gelen bir ilim havuzu oluşturmaktadır  
Onun bir bardağından içenin ebediyen beşeriyet susuzluğuna düşmeyeceği tabiidir. 
Çünkü vahdet ilmini idrak etmiş olarak o Kevserden içmiş olan kimsenin başka bir şeye beşeriyet bilgilerine ihtiyacı kalmayacağı açıktır. 
 
Bu yönüyle baktığımızda Kevser’in bir havuz olduğunu görmekteyim.
 
 
Kevser’e nehir yönü hükmüyle baktığımızda ise işte burasınıin batın-ı itibariyle nesille ilgili olduğunu görmekteyiz. 
 
 
 
(Fetih Suresi 48/10 ayette)
innelleziyne yübayi’uneke innema yübayiunallahe 
yedullahi fevka eydihim
inne/kesin sana biat edenler ancak allaha biat ediyorlar
allahın eli onların/kendilerinin yed/elleri fevk/üstünde
“Ey Muhammed sana el vererek manevi alış veriş yapanlar ancak Allah ile alış veriş yapmışlardır. Allahın eli onların ellerinin üstündedir.” 
Şekliyle belirtilen Ayeti kerimedeki ifade bu manayı çok güzel açıklamaktadır.
 
Talip ile matlubun Hakk yolunda birlikte yürümeleri için el ele vererek ahidleşmeleri esnasında! Onlar ki bir birleri ile gönülden alış veriş yaparlar zannederler ki onlar kendileriyle alış veriş yapıyorlar. Halbuki onlar Allah ile alış veriş yapmakladırlar. 
“Onların elleri üzerinde Allah’ın eli vardır ” hakikatini çok iyi değerlendirmemiz gerekmektedir.
 
Yukarıda belirtilen ayetin tefsirlerde iniş sebebi geniş olanrak izah edilmiştir dileyenler araştırabilirler yeri olmadığı için onları buraya alamıyoruz. Bizi batini yönde ilgilendiren ifadesini anlamaya ve anlalınaya çalışıyoruz.
 
Bu ayette “biat” yani (el ele tutuşup ahidleşmek) Rasullullah’a Hudeybiye’de vaki olan biattir ki “Bey’atür Rıdvan” namıyla belirtilen biattir ashabdan 1400 kişi biat etmiştir.
 
Ey.... Hakk muhabbetlisi can! 
Şu mevzuu daha iyi anlayabilmek için gönlünün derinliklerine dalarak orayı genişletmeye bak bak ki yeni manaları anlamaya mahal hazırlamış olasın. Böylece idrakin genişlemiş ihata gücün artımış olur. İyi bil ki ne varsa sen de vardır. 
Sende bulamadığın bilemediğin şeyi dışarıda da bulamazsın artık hayalden kurtul. 
 
O gün ve daha sonraki günlerde Risaletpenah Hz Rasulüllah aleyhisselatu vesselam efendimizin elini tutan kimseler değişik manevi mertebelerde olduklarından o alış verişten her birerleri ayrı ayrı feyiz aldılar. 
Hz. Rasulullah’ın elini tutan kimselere akan “muhabbetullah” “marifetullah” “muhabbet-i Rasullullah” değişik oranlarda ve değişik şiddetlerde olmuştur.
 
Bazılarında sadece kendi bünyelerinde kalmıştır  
bazılarında bır nesil yani sadece kendinden sonrasına aklarabilmişlerdir  
bazları iki nesil bazıları üç dört nesil  
daha az bir kısmı ise daha fazla nesle bu alış verişi muhabbet akışını iletebilmişlerdir.
Sahabenin de büyüklerinden olan “dört halife” “Hulefa-i Raşidin” den gelen akış en çok nesillere ulaşan akıştır. 
Bunlardan bilhassa bizi ilgilendiren “Hz. Ali (radiyallahu anh ve kerremallahu veche) efendimizden gelen akışın bu günlere ulaştığını ve inşeallahu Teala kıyamete kadar devam edeceğini de biliyoruz.
 
“Hulefa-i Raşidin”in diğerleri için söz söylememiz yersiz olur çünkü ayrı konudur. Allah c.c hepsinden razı olsun ve hepsinin feyzinden bizleri de faydalandırsın.
 
İşle yukarıda belirtilmeye çalışılan oluşum üzerine 
Efendimizi görenlere ona tabi olanlara 
“ashab” “sahabe” “sahabeler” den¬di
Onları görenlere “tabiin” 
“Tabiin”i görenlere “tebei tabiin” dendi
 
Çünkü onlar güçleri nisbetlerinde aldıklarını kendilerinden sonra gelenlere aklardılar.
 
El ele diz dize göz göze ifa edilen bu zincirleme oluşum za¬tın olarak hakıldığında “zahiri Kevser” ırmağıdır. 
Efendimizde |başlayıp Kıyamete kadar elden ele sürecektir. 
 
Hz Resulüllah efendimizin kendisi “Kevser gölü” kaynağıdır. O kaynaktan akıtılalarak yola çıkarılanda “kevser ırmağı”dır.
 
Batını ise efendimizin gönlünden çıkıp diğer gönüllere akarak seyr etmesi ırmak oluşturmasıdır. Bu ırmak geçtiği yerlere ve içenlere ebedi hayat bahşetmekledir.
 
İlk başlarda kaynağından geniş bir nehir şeklinde akmaya başlayan Kevser ırmağı daha sonraları incelenerek yoluna devam eder hale gelmiştir.
 
“Kevser ırmağı”nın getirdiği özellikler ile kendi beşeri varlıklarından yıkanıp temizlenen gönüllerde ve ellerde Hak’tan başka bu şey kalmadığından onların elleri üzerinde Allah’ın c.c eli vardır onun için 
(Feth Suresi 48/10)
yedullahi fevka eydihim 
allahın eli onların/kendilerinin yed/elleri fevk/üstünde
 “Allahın eli onların ellerinin üstündedir ” buyruldu 
 
Kur’an ve hadislerin muhtelif yerlerinde Allah’ın c.c insanlarla birlikte olduğu belirtilirken  
nasıl bir anlayış ise zaman ve mekandan “tenzih” edilerek o kendisi var ettiği halde bu alemlerin dışına atılmaktadır. 
 
İnsanlığın bu anlayış içersinde Rablarına ulaşmaları mümkün değildir. İnsanoğlu artık hayalinde var ettiği “Rabb-ı has”ına değil Kur’an ve Hadislerde bahs edilen gerçek anlamda “Rabb’ül erbab”a yönelmelerinin vakti çoktan gelmiş ve geçmektedir.
Bugün ve gelecekte el tutan yani el alan kimseler geriye  doğru baktığında bu el tutuşun bir zincirleme halinde Hz. Resullullah’a oradan da Hz. Allah’a c.c kadar ulaşlığını görmekteyiz. 
 
İşte gerçek anlamda kaynağından el alan kimse ile de o zincir bir halka daha ilave edilmiş ve Kevser ırmağı yatağında daha ilerilere doğru yoluna devam etmeye koyulmuştur hem zahiren ve hem de batınen
 
Gerçek yol ve yolculukta budur gönülden gönüle akan maneviyat da budur. 
Bu hali yaşayanlar Hz. Rasululah’ın gönül evlatlarıdır. Kıyamete kadar da nesilleri devam edecektir.
 
İlk bakışla “Kevser” kelimesinin nesille ne ilgisi olabilecığini düşünüp bir bağlantı kuramaz isek de az geride olan izahları inceledikten sonra bu hakikati en bariz bir şekilde anlatan kelimenin “Kevser” sözcüğü olduğunu görmekleyiz.
 
Eğer Hz. Rasulüllah’ın zahiren bir erkek evladı yaşamış olsay¬dı onun en az kendi değerinde hatta ondan daha üstün olması gerekecekti. Böyle bir şey de söz konusu olamıyacağından onun için erkek evlatları kendinden sonraya kalmamış ve Peygamber¬lik zinciri de sona ermiştir.
 
Hz. Ali efendimiz ve Hz. Fatıma validemiz tarafından gelen Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin soyundan “seyid”lerimiz ve “şerif”lerimiz zahiren  
gönül evlatları da batınen Hz. Rasulüllah’ın kıyamete kadar sürecek mübarek nesilleridir. 
Bunların dışındakiler gerçek anlamlarıyla mübarek ümmetleridirler. 
 
O’na “ebter” oldu yani nes¬il tükendi diyenlerin çok kısa bir süre sonra nesillerinin tükendiğini görmekleyiz. Gerçek budur ki Hz. Rasulüllah’ın nesilleri batında ve zahirde velilik merlebelerini de bünyelerinde yaşatarak yollarına devam etmektedirler. Allah c.c feyizlerindcn cümlelerimizi yararlandırsın.
 
O halde ey Kevser Suresini okumaya başlayan muhabbetli insan! 
Bu halleri idrak ettiysen 
“fe salli” “kalk hemen namaz kıl”  
kimin için? 
“li Rabbike” “Rabbin için.” 
 
Eğer biraz dikkat edersek kılınacak namazın Rabb için olduğu nefs için olmadığını hemen anlarız.
 
Ey insan kendini aldatmadan biraz düşünüver gerçekten yapmış olduğun ibadetler sırf Rabb’ın için mi? 
Yoksa ileride nefs’ine menfaat sağlamak için midir?....
 
İşte burada kılınacak namaz “Mi’rac namazı”dır sıradan beşeri¬yetinden mcydana gelen namaz değildir.. 
 
 
 
(Kevser Suresi 108/2 ayetinde) 
fesalli lirabbike 
artık/hemen senin rabbin için/diye salle/salat namaz kıl 
öyleyse Rabbin için namaz kıl 
eğer bu hadise¬yi idrak etti isen namazın “Mir’ac  namazı” olmuştur.
 
“Salat” “Namaz” isimli kitabımızda kısaca bahsetmiştik. 
Hz. Rasullullah Mir’ac’ta bir perde gördü onu açmak istcdiğinde; 
Cebrail “dur! Rabb’ın namazda” dedi; 
Bu hakikati idrak ettiğin zaman anlarsın ki sen Rububiyet namazını kılmaklasın; Beşeriyet değil. 
Rabb’ının namazını kılmaktasın dolayısıyle “Rabb’ın sen de namazda olur.” 
Böylece “Rabb’ın için namaz kıl” ifadesi gerçek anlamda yerini bulmuş olur.
 
 “Venhar” “ve Kurb’an kes” 
Ey insan! bu hakikatleri gerçekten idrak etti isen  
bir de “Rabb’ın için kurb’an kes.” 
Zahiren koç kurb’an-ı kes  
batınen ise Kevser ırmağını akıtacağın gönüllerde ki nefsani duyguların tümünü kes onları kurb’an et denmektedir.
 
Bu oldukça zor bir iştir fakat “zülcelali vel İkram” yani “Celal ve ikram sahibi” demektir. İkramı “Celal”inden geçmektedir. 
 
Gönül aleminde olan yaşantılar oldukça zor ve sabır isteyen oluşumlardır. 
Bu seyr-i gerçekten tamamlamış kimseler diğer insanlara sadece dış görünüş ile benzerler; iç bünyeleri tamamen farklıdırlar. 
 
“Kamil insan” içinde ve dışında yani “afaki ve enfüsi” daimi Rabbı ile olandır  
“noksan insan” ise daima nefsiyle olandır. 
İki insan sadece dış görüntüleriyle birbirlerine benzerler iç dünyaları ise çok... çok farklıdır.
 
Gerçek bayramı hakiki anlamıyla ancak kamil insanlar yasarlar diğer insanlar da sadece onlara benzediklerinden benzer bayramlar yaparlar. 
Biz ne yaptık ki bayramı hak ettik?....
 
(Kevser Suresi 108/3 ayetinde) 
inne şanieke hüvel ebterü 
inne/kesin sana şen/kin buğz adavet eden  “hüve” ebter/soyu kesik (3)
Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan sana kin tutan kimsedir.”
 
İşte haşa ona “ebter” diyenlerin kendileri ebter oldu adları sanları kesildi gitti. 
Zahiren böyle olduğu gibi bizler batınen içimizdeki nefs-i emmarelik özelliklerimizi ortadan kaldırdığımızda onun bizleri olumsuz yönlere çekecek düşünce ve duygu nesilleri kalmaz kesilir. Yapmamız gereken de budur. 
Cenab-ı Hak cümlemizi böyle Kurb’an bayramlarını idrak eyleyen kimselerden eylesin. (Amin) 
 
Ramazan bayramını herkes bulunduğu yerde kutluyor ziyaretlerin dışında dinen zorunlu bir yerlere gidiş olmuyor. 
Cemal tecellisi içersinde manen kendi bulunduğu yerde Mi’rac’larını yapanlar yapabiliyorlar diğerleri de zahiren Mi’rac ve diğer geceleri drak ediyorlar.
 
Kurban bayramında ise şartları uygun kimselerin kulluk vazifelerinin gerçek oluşumlarının ve bu Ramazan bayramında kendi¬sine verilen o hakikatlerin oluşumlarının şükranesini yapmak için Kabe’yi ziyarete gitmesi gerekiyor. Hacc’ını yapıyor (“seyr-i sülûkunu bitiriyor.”)
 
Her ne kadar bu oluşumlar batınen kendi bulunduğu yerde oluyor ise de bunların ayrıca zahiren de tahakkuku gerekmektedir. 
 
Ramazanda batınen manevi Mi’rac’ını yapan kimse manen Allah’ın huzuruna çıkmış olur fakat bunu zahiren de tahakkuk ettirmesi gerekmektedir. 
 
Kişinin Hacc-a gitmesi;
Ef’al aleminde Hakk’ı ziyaret etmesi demektir.
 
Mekke Allah’ın ikram şehri  
Kabe Beytullah ise Allahın evi ve zat-ı tecellisinin bütün ihtişa¬mıyla zuhur ettiği mübarek mahaldir. 
Orayı ziyaret daha dünyada iken baş gözüyle de Hakk-ı müşahede etmek demektir.
 
Ey aziz kardeşim  
orada ki oluşumları sakın ha küçümseme. Orada bütün alemler simgesel olarak ifadelerini bulmakta ve varlıklarını ortaya koymakladırlar. Beş Hazret mertebesi orada rnevcuttur. 
 
“Hacc” kelimesinin ifadesi “Hakikat-i İlahide Cemalullah-ı seyr” dir.
Yani zahiren de bütün bu alemlerde Hakk’ın vechini seyretmiş olmaktır. Oralara gitmek suretiyle Allah’ın evinde zatını ziyaret etmektir. Ancak buradaki ziyaret “teşbih” mertebesi itibariyledir. 
İnsanoğlu için bu mevzular çok hassas mevzulardır Bir kaç kelime ile kitap sayfalarından hemen öğrenilecek şeyler değildir. Daha gerçekçesi yüz yüze eğitimle mümkündür.
 
İçte bu oluşum ancak Kurb’an bayramında Ka’be’i şerifi ziyaret edip Hacı olmakla ifadesini bulmaktadır. 
 
Hacdan dönen kişinin adettir yanakları değil gözleri öpülür Neden? 
Çünkü ilahi müşahede de bulunduğu için o gözlerle Hakk-ı seyretmiş olduğu içindir. 
Ayrıca avucunun içi de öpülür “Hacer-ül esved”i “istilam” yani elini sürdüğü içindir.
 
Hacdan dönen kimse Celal tecellisine bürünmüş olmaktadıı Ayrıca oradaki şiddetli hadiseleri yaşadığı için ve de Hz. Rasullüllah’ın hayatını oralardaki yaşantısını hallerini hadiselerini hatıralarını yaşadığından “Hakikat-i Muhammediyye”yi de giyinmiş olarak kendi muhitine dönmektedir. 
 
Hem “İlahi Varlığı” “İlahi Hakikati”  
Cenab-ı Hakk’ın Cemal ve Celal tecellilerim giyinmiş olarak dönmektedir.
 
İşte bu şekilde kendi yerine dönen kimse oradaki Kabe’nin bulunduğu yerdeki temsilcisidir hatta manen de kendisi Ka’be’dir.
 
Şöyle bir şiir söylenmiştir:
Sen o’na korkma de Kur’an-ı natık  
Gönül Kabe’sine gir ol mutabık  
Devreyle ol Kabe’nin etrafını
Devrederler bir gün gelir şems-i zat-ı’nı.
 
İşte oraya gittiğin zaman secdenin hakikatinin ne olduğunu
Ka’be’nin hakikatinin ne olduğunu  
insanlığın hakikatinin geıçek hıalinin ne olduğunu anlıyorsun.
 
Şimdi: oraya gidildiğinde bir Ziyaret Tavaf-ı yapılıyor. 
Ka’be-ı şerifi’in etrafında yedi defa dönülüyor. 
İlk üç tur hızlı hızlı adeta koşarcasına; diğer dört tur ise daha ağır ve sakin dönülüyor. 
Bunun sebebi ise  
ilk üç turda “nefs-i emmare”den “nefs-i levvame”den “nefs’i mülhime”den uzaklaşmak  
diğer dört turda ise “nels-i mutmainne” “radiye” merdiye” “safiye” mertebelerini kendisine hal ve makam yapmak için ağır ve sakin tavaf edilmektedir.
 
Dalıa sonra “Safa” ve “Mervc” tepeleri arasında yapılan “say” yani iki tepe arasında yedi defa gidiş geliş dahi tavafla belirtilen aynı hadiseyi bir başka şekilde ifade ve tatbik etmektir.
 
Safa tepesine çıkıldığı zaman safiyet haline ulaşılmış olması lazım gelmektedir. 
Merve tepesine çıkıldığında da mürüvvet ehli olunması gerekmektedir.
 
Arafat dağına çıkıldığı zaman Arif olunması gerekmekledir. 
Oraada bütün beyaz çadırlar bembeyaz ihramlı insanlar kefenlerine bürünmüşler gibi mahşeri de müşahede etmiş olmaları lazım gelmektedir. Dalıa ölmeden evvel.
 
Rahmet tepesine çıkıldığı zaman yani “Cebel-i Rahme” ye Adem (as) ile Havva validenin buluştukları hali hatırlıyor ve onun kendi bünyesinde yaşaması gerekiyor. 
Onun ifadesi olarak nefsinde Adem ile Havva’yı yani “Akl-ı kül” ile Nefs-i kül’ü birleştirmiş buluşturmuş olması lazım gelmekledir.
 
Arafattan inilip Mina’ya oradan şeytan taşlamaya oradan kurb’an kesmeye
oradan da tekrar tavafa  
tavaftan sonra saç kesilip traş olmak ve ihram’dan çıkmak ile Hacc tamamlanmış oluyor. 
Gayemiz burada hacc-ı anlatmak değil mevzuumuzla ilgili bazı özel¬likleri kısa kısa arz etmektir.
Bu akşam ki mevzuumuz Kurb’an bayramından ve Haccdan oluştuğundan Suudi Arabislanda bulunan iki mübarek şehirden de kısaca bahsetmemiz gerekmektedir. Aslında her yer mübarektir fakat Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’nin çok ayrı mübareklikleri vardır.
 
Medine Cemal tecellisi. 
Mekke ise Celal tecellisidir  
çünkü kurb’anlar orada kesilmektedirler. Orada öyle değişik özellikler vardır ki insanın hayretler içinde kalmaması mümkün değildir ya¬ni o yaşantıya girildiği zaman.
 
Tabii oraya sadece zahir yönüyle gidilirse zahir olarak geri dönülür. Fakat her ne olursa olsun orası insanı mutlaka çok de¬rinden etkiler. En güzel olanı daha Hacc’a gitmeden kişinin bu¬lunduğu yerde o eğitimi alması ve en geniş manada bilinçli olarak gitmesidir.
 
Medine’i Münevvere’ye gidildiği zaman eğer kişi gerçekten oranın ruhaniyetine ve Cemal tecellisinin ihatasına ulaştığında o süre içersinde Rabb’ını unutup Hakikat-i Muhammedi’nin mu¬habbeti içersinde gark ve mahvolup kendini ortadan kaldırmış olur. Bu bir sır ve gerçektir dileyen tatbikine çalışabilir. 
 
Yeri gelmişken o haleti ruhiye içersinde acizane yazmış olduğum iki şiirimi ilave etmeyi uygun gördüm arz ederim.
 
K A Y B E T T İ M    K E N D İ M İ
 
Sardı ufkumu Rasul güneşi  
Olmaz diyerek bu halin eşi  
Nasıl kalmaz hayal gibi kişi
Kaybettim kendimi Medine’i Münevvere’de.
 
Varlığım galiba çıktı benden  
Sıyrıldı ruhum burda bedenden  
Şaşkın dolaşırım ne gelir elden
Kaybettim kendimi Medine’i Münevvere’de.
 
Yürürüm sokaklarda ben garip  
Nefsin bağım yerlere serip  
Dünya’yı hemen bir pula verip
Kaybettim kendimi Medine’i Münevvere’de
 
Oldum bu günler bir garip yolcu  
Acaba kim hancı kim yolcu  
İçimde vardı bir büyük sancı
Kaybettim kendimi Medine’i Münevvere’de
 
Başımda eser sevda yelleri  
Coşturur bazen can gönülleri  
Bulup Muhammedi erenleri
Kaybettim kendimi Medine’i Münevvere’de
 
Rasülıın pervanesi olarak  
Yeni yeni taze can bulurak  
İçin için buhur gibi yanarak
Kaybettim kendimi Medine’i Münevvere’de
 
Canımın can’ı buradadır burda  
Gelmişim canım güzelim yurda
Ey canlar can’ı bana buyur da
Kaybettim kendimi Medine’i Münevvere’de.
 
Bu hal ne haldir yüce keremkar  
İçin sızlıyor yine zari zar  
Müflisim kalmadı sermaye kar
Kaybettim kendimi Medine’i Münevvere’de.
 
Ravzanda nasıl fırtına eser
Seni seven elbette mecnun gezer
Kalmadı benden böylece eser
Kaybettim kendimi Medine’i Münevverede.
 
 
19/6/1990 Salı
Medine
 
 
 
İ H T İ Ş A M’ I   R A S U L L U L L A H’ I   G Ö R
 
 
Medineye gelen kardaş
Hemen temizlen paklaş
Ravzaya doğru yaklaş
İhtişam’ı Rasulullah’ı gör muhteşem Rasulullah’ı gör
  
Bab’üsselamdan içeri
Nasıldır sevgi mahşeri
Çekiyor kendine beşeri
İhtişam’ı Rasulullah’ı gör muhteşem Rasulullah’ı gör.
 
Selam gönder ruhuna  
Kayda geçer adına  
Sebeb olur şefatine
İhtişam’ı Rasulullah’ı gör muhteşem Rasulullah’ı gör.
 
Dolaşıyor ruhu içerde
Sanki zaman asrı saadetle
Ey gönül bunları yadelle
İhtişam’ı Rasulullah’ı gör muhteşem Rasulullah’ı gör.
 
Ayrılmak zor o makamdan
Nasıl çıkılır huzurdan
Canları aşk ile kavuran
İhtişam’ı Rasulullah’ı gör muhteşem Rasulullah’ı gör.
 
Cennet bahçesi beyaz direkli
Ümmetinin hepsi yürekli
Bunu yaşamak cidden gerekli
İhtişam’ı Rasulullah’ı gör muhteşem Rasulullah’ı gör.
 
Eshab-ı suffa okur yerinde
Öyle olmak varmış kaderinde
Ne varsa çıkardılar derinde
İhtişam’ı Rasulullah’ı gör muhteşem Rasulullah’ı gör.
 
Cibril kapısıda yukarda
Aşık durur mu bir kararda
Dostlar kalmıyalım zararda
İhtişam’ı Rasulullah’ı gör muhteşem Rasulullah’ı gör.
 
Dalga dalga içerde sevgi
Bu hale sebeb neydi neydi
İnsan baş koyup gönül eğdi
İhtişam’ı Rasulullah’ı gör muhteşem Rasulullah’ı gör.
 
Kimi Kuır’an okur sessizce
Kimi yaş döker gizlice
Rasulu düşünürken yanlızca
İhtişam’ı Rasulullah’ı gör muhteşem Rasulullah’ı gör.
 
Doldukça dolunca harem
Ne sırlar açılır mahrem
Kerem ediyor Nebi Kerem
İhtişam’ı Rasulullah’ı gör muhteşem Rasulullah’ı gör.
Ezan okununca ümmete
Gelir cemaat gayrete
Nasıl varılmaz hayrete
İhtişam’ı Rasulullah’ı gör muhteşem Rasulullah’ı gör.
 
Bu hal söze gelmez kat’iyyen
Mahrum olursun ebediyyen
İstersen dünya gözüynen
İhtişam’ı Rasulullah’ı gör muhteşem Rasulullah’ı gör.
 
 
18/6/1990 Pazartesi
Medine
 
 
Şimdi sizin dikkatinizi bir şeye daha çekmek istiyorum  
Allah c.c dileseydi Habibini Mekke’de oturtamaz mıydı?...
Veya doğrudan Medinede dünyaya getirip orada yaşatamaz mıydı?..
Tabiki bunlan mutlaka yapabilirdi fakat bu halde “hicret” hadisesi olmazdı. Bu oluşumun hakikatini çok iyi anlamamız gerekmektedir.
 
Ey Hak yolcusu kardeşim! 
İslamın her türlü fiili oluşumunun bir de batında ifadesi vardır. Daha ziyade bizleri bunların batını yönleri ilgilendirir. Gaye zahirden batına intikaldir. 
 
Eğer Mekke’den Medine’ye hicret hadisesi olmasaydı Hz. Rasullullah’ın rnübarek kabirleri de Mekke’de olacaktı. 
Böylece iki tecelli birbirine karışacaktı yani Celal ve Cemal tecellileri. 
Böyle olunca Hz. Rasullullah’ın yüce makamları Ka’be-i şerifin tesiri altında ikinci dereceli bir ziyaret yeri olacaktı.
 
Mekke mertebe’i zattır. Oradan “hicret” yani göç yani uzaklaşmak 
Mertebe-i “zat”tan “sıfat”a “esma”ya oradan da “efal” merrtebesine göçtür.
 
Hicret edilen yerde Zat-ı Mutlak “Hakikat-i Muhammedi”nin bütün mertebeleri ile zuhurda olmasıdır. 
 
Burası da daha evvelce ismi “Yesrib” sonradan “Medine’i Münevvere” diye isimlendirilen “Nurlu Şehir” dir. 
 
İşte Cenab’ı Hak bu nurlu şehiri Hz Resullullah’a mutlak bir makam olarak vermiş ve o saltanatın sahibi yapıp bayrağını oraya dikmiştir. 
 
Bu sebepten oraya giden irfan ehli tabii olarak o tecellinin yani “Hakikat’i Muhammedi” tecellisinin tesirinde kaldığından Rabb’ını unutup sadece Perygamberini düşünüp onu yaşar hale gelmektedir. 
 
Dileyen gittiğinde bu oluşumun kendi nefs’inde tatbikine koyulsun görecektir ki kendisine ne sırlar ifşa edilecektir.
 
 
Ey hacc’a giden kardeşim! 
Oraları sıradan mekanlar olarak gezip dolaşma. Manaları itibariyle anlamaya ve değerlendirmeye çalış. Senin menfaatine olacaktır!
 
“Mekke’i Mükerreme” daha evvelce sadece “Mekke” diye ifade edilen bu şehir  
Hz. Peygamber doğduktan sonra “Mükerrem” ikram edilen anlamına gelen “Mekke-i Mükerreme” oldu.
Peki burada ne ikram ediliyor.?..
- Evvela Cenab’ı Hak Hz. Muhammed’i bu şehirde zuhura getirip insanlık alemine ikram etti  
- sonra o’na Peygamberliği ikram etti  
- daha sonra Kur’an-ı ikram etti  
- daha sonra İslam’ı ikram etti 
- daha daha zat-i tecellisini ikram etti.
 
Ey hakikat yolcuları!
Yukarıdaki ikramların sizlere de ulaşıp ulşamadığını iyi düşünün. 
Yeryüzünde insanlık alemine lülfedilen en yüce değerler burada meydana gelmiştir. 
Allah’ın evi Beytullah dahi burada’dır. 
Hacc buradadır 
ve burası bir bakıma Celal tecellisi kapsamındadır.
 
İşte Medine-i Münevvere’ye geldiği zaman kişi  
“Hakikat-i Muhammed-i” ve “Cemal” tecellisi içersinde bir hoş halde kendinden geçip kendini kaybediyor kendini bulamıyor. Orada Allah’ı da bulamıyor. 
 
Çünkü Cenab-ı Hak o mekanı Hz. Rasulullah’a tahsis etmiş olduğundan kendisi oraya bir müdahale etmemektedir. Yani zat tecellisini orada perdelemekte  
sadece Hz. Rasullulah’ın “Hakikat-i Muhammedi”nin Cemal tecellisini mutlak olarak orada zuhura getirmektedir.
 
Ancak oradaki süren bittikten sonra Mekke’ye doğru yola çıktığın zaman yaklaştıkça yaklaştıkça oralarda sanki bu sefer Peygamberini unutuyorsun. Allah baki kalıyor ne Peygamber ne insan ne dünya ne ana na baba ne hacı ne evlat düşünemiyorsun. 
 
Mekke şehrine girdiğin zaman ise ilahi Celal tecellisi Azamet ve Kibriya tecellisi seni sarıyor. 
Ve de Ka’be-i şerifi görüp onu ziyaret ettiğin zaman orada sadece Hakk’ı müşahede etmiş Allah ile adeta karşı karşıya kalmış gibi hatta karşı karşıya değil özün de benliğinde birliktelik oluşuyor. Çok muazzam ve müstesna bir yaşam tablosudur.
 
Burada zat tecellisi içersinde gark ve mahv olduğundan Cebrail’e ve Peygamberlere ihtiyacın kalmaz çünkü sen de kalmazsin. 
Böyle olunca sende ve alemde sadece Hak baki olmuş olur Aslında işin esası da budur: 
Bizdeki izafi benlik anlayışı ve şartlanması bizi bize “varmışız” gibi göstermekledir orada her şey gerçek yönüyle meydana gelip yaşanmakladır.
 
(Ali imran Suresi 3/18 ayette)
 “şehidallahü ennehü la ilahe illa hüve”
allah şahit/tanıktır ki  
ennehü/kesin o/kendisi la ilahe illa hüve  
“Allah kendi kendine şahittir ki ondan başka ilah yoktur” ifadesiyle bu hakikati dile getirmekledir. 
 
Yine buraya küçük bir şiirimi ilave ediyorum
 
K A R Ş I M D A   M U H T E Ş E M   K A’ B E
 
Nihayet vardık Mekke şehrine  
Şükr ettik Rabbul alemiyn’e  
Yaklaştık sevgili Ilaremine
İşte karşımda muhteşem Ka’be.
 
Dua etmek için durduk biraz  
Gönüller’de her dem bin bir niyaz  
Durma gayret et yaz kalemim yaz  
İşte karşımda muhteşem Ka’be.
 
Çevrende tavaf ediyor canlar  
Bu öyle sırdırki ehli anlar  
İçlerinde var nasıl yananlar  
İşte karşımda muhteşem Kabe.
 
Beyt-ül Atik bir ismi de onun  
Anlarsan bak O’na varır yolun  
İnsandan gider O’na bu yolun 
İşte karşımda muhteşem Ka’be.
 
Selam eder Hacer’ül Esved’de  
İade eder Rab ahirette  
Korkma çalış kalmazsın fırkat’te  
İste karşımda muhteşem Ka’be
 
Yedi defa dönüyor hacılar  
Herkes bir dost analar ilacılar
Kimler kimi acaba hatırlar  
İşte karşımda muhteşem Ka’be
 
Sevenler sevgilisi ortada  
Yarab Cemalin açık burada  
İdrak edip öyle dur huzurda  
İşte karşımda muhteşem Ka’be.
 
Sanki gördüğüm o ezeli dost  
Pek yeni değil sırtımdaki post  
Her makamda islediğim bu kast  
İşte karşımda muhteşem Ka’be.
 
Bu yün yaşım belki elli iki  
Aslında yedi bin elli iki  
İnsan ve Ka’be kardeş ikisi  
İşte karşımda muhteşem Ka’be.
 
Göz nurum görüyor hep özünü  
Anlarsan bu garibin sözünü  
Çok görme bu neşeli günümü  
İşte karşımda muhteşem Ka’be.
 
 
27/6/1990 Çarşamba
Mekke
 
Bir senede on iki (12) ay vardır. 
Bunlardan üç (3) ayı üç aylardır  
iki bayram arası da iki (2) ay civarındadır. 
Toplarsak beş (5) eder
geriyc kalan yedi (7) ay “Etturu Seb’a” “yedi tur.” 
Beş  (5) ay ise “Hazarat-ı Hamse” yani “beş hazret” mertebesinin ifadesidir toplanırsa on iki (12)  eder.
Senenin ve seyr-i sülukun kemalidir.
 
İşle Kurb’an bayramında Medine’yi Mekke’yi ve Kabe’yi ziyaret edip hakkani varlığını gerçekten giyinip hacı olarak eski yaşadığı yerine dönen kimse Hakk’ın ve oraların temsilcisi olan bir ziyaretgah olmuş olur ve kendinden sonrakilere örnek olup yaşadıkları onlara da öğretir aktarır. 
Bu yaşam böylece nesilden  “Kevser Nehri” kıyamete kadar sürecek yolculuğuna devam eder. 
 
Ey muhterem kardeşim; şu içinde bulunduğun dünyan elindeki bedenin Peygamberin sana verilen ilimler gerçekten çok değerlidir kıymetini bil! Son pişmanlık fayda vermez. Baştan beri izahına çalıştığımız bu güzellikler sana bahşedilmiş bilelim. İlahi lutuflardır kıymetlerini bilelim.
 
Bayramlar bölümüne ilave edilebilecek daha pekçok gerçekler vardır yaşayarak müşahade edilir daha fazla uzatmamak için bu kadarla iktifa ediyoruz Sizlere az da olsa önünüzde yeni ufuklar açabildimse ne mutlu bana.
Mütevazi gönül bahçemden sizlere birkaç demet değişik kokulu çiçekler sunmaya çalıştım.  Eğer gönüllerinizde az da olsa muhabbetullah rahiyaları estirebilmişsem ne mutlu bana. 
 
Cenabı Hakk şükürler olsun ki bu küçük ktabımızda böylece sona ermiş oluyor. Eğer içinde anlaşılmayan yerler olursa şahsen veya telefonla da sorabilirsiniz.  Ayrıca kitabımı okuma zahmetine katlandığınız için de teşekkürü borç bilirim. Allah feyzini ve idrakini versin. 
Her türlü kusurumuzun hoş görülmesini rica ederim. 
 
31/01/1998
Necdet ARDIÇ
(Terzi Baba) 
Tekirdağ
(En arkadaki kısım)
 
G Ö R Ü Ş   ve   M Ü Ş A H E D E
“R U Y E T U L L A H”
 
 
Görüş çok yönlü ve idraklere göre değişen bir olaydır;
Allah-ı zat-ı mutlak itibariyle görmek “muhaldir” imkansızdır. 
Zat-ı mukayyed olarak ve “Rububiyet” mertebesi itibariyle görmek mümkündür
ve bunun her mertebede ayrı bir oluşumu vardır. 
“Efal” “esma” “sıfat” ve “zat” mertebeleri itibariyle bilinç ve değer yargıları değişiklik arz etmektedir. 
 
Gerçek İslam’’ın oldukça zor anlaşılan yönleridir. 
Geniş İslam kültürü sadece sathi genişleme ile değil onunla birlikte şakuli yükselişle anlaşılabilir.
 
Arifler “vuslat marifettir ” demişlerdir. Yani bu oluşumların kemalati marifet mertebesidir. 
Bu mertebeye ulaşmamış kimseler bu halleri ezberleyerek öğrenseler dahi yaşamaları mümkün değildir. 
“men lem yezuk lem yuğraf”  yani  “tadan bilir” denmiştir